"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Gönül köprüleri

Ayhan Yıldırım
07 Ağustos 2021, Cumartesi
Seneler önceki Pazar günlerini bazen hatırlarım da, bir tatlı hüzün çöker rûhuma.

Eş-dost, komşu-arkadaş toplanır, Pazar günleri sabah namazına Eyüb Sultan’a giderdik arabalarla. Resûl-i Ekrem’i (asm) evinde misafir etme bahtiyarlığına ermiş, doksan küsur yaşına rağmen fetih ordusuna iştirak etmiş ve surların dibinde şehid olmuş olan Hazreti Eyyüb-i El Ensari’yi ziyaret etmenin heyecanını hep birlikte, evet hep birlikte yaşardık.

Henüz sabah ezânına yarım saat varken câmi tıklım tıklım dolar, içeride oturacak yer kalmazdı. Namaz vaktine kadar iç ve dış avlu çok uzak yerlerden gelen cemâate yetmez, câmiye gelmekte geç kaldığımız zamanlar taşların üzerine serilmiş hasırlarda kendimize yer bulmaya çalışırdık. 

Hazret-i Hâlid bin Zeyd’i o yaşlarda binlerce kilometre uzaktan buralara kadar çekip getiren o ilâhî câzibeden birer parça sanki bizim de payımıza, gönüllerimize düşer, her hafta sonu bizi o mübarek mekâna gizli gizli çekerdi.

Bir başka olurdu seher vakti Eyüp Sultan’da sabah ezânı vakti. Müezzin efendinin o karanlıkları delen lâhutî sesi, kulaklardan kalplerimize perde perde inerken; rûhlarımıza da inşirâh salar, göz kapaklarımıza misafir olan uyku mahmurluğunu, seher yelinin kanatlarıyla ötelelere gönderirdik. 

O nağme-i ilâhîler, bir taraftan gafletle kirlenen kalplerimize damla damla akıp, gönüllerimizi yeniden ihya edip birbirine bağlarken; diğer yandan da hayâlen bizi Asr-ı Saâdet’e götürür, Eyüp Sultan Câmii’nin minarelerinde Bilâl’i Habeşî’yi hasret ve özlemle arardı gözlerimiz.

Müezzin mahfilinde, namaz vaktine kadar tilâvet edilen Kur’ân’ı Kerîm; Kevser Havuzundan süzülerek geliyormuş gibi, gündüzleri dünya meşgalesi ile bîtâp düşen gönüllere birer âb-ı hayat olup dökülür, hevâ-i nefislerin târumâr ettiği vicdânlara şifâ olarak içilir, nefs-i emmârenin perîşân ettiği kalplere damla damla akıtılır, dünya sevgisinin yakıp kül ettiği gönül fidanlarına can suyu olup kâse kâse boşalır, fâni mahbûbların sadırlarda bıraktığı firak yaralarına da merhem olarak katbekat sürülürken, hazirûnun arasında gönül köprülerinin de temelleri atılırdı.

Namaza durduğumuz anlarda ise; huşû ve hudûnun gönüllerde her zaman zirve yaptığını tamamiyle söyleyemesek de, tamâmen nasipsiz de kalmazdık. Gönül derinliğimize bağlı olarak, kendimizi zaman zaman Mescîd-i Nebevî’de, Ashâb-ı Kirâm’ın safları arasında olduğumuzu mânen hisseder, Habîb-i Ekrem’in (asm) ilâhi soluklarını ciğerlerimize çeker gibi olurduk. Hayvâniyetten çıkıp, cismaniyeti terk ederek, kalbin ve rûhun derece-i hayatına doğru yelken açıp seyrân etttiğimiz nâdide anlarımız pek de az olmazdı.

Seneler, seneler geçti aradan. Ülkemiz insanının var olan gönül köprüleri de büyük ölçüde yıkılmaya yüz tuttu. Kardeş kardeşe, eşler eşlerine, eski dostlar birbirine hasım oldu. Tecavüzler arttı, cinayetler çoğaldı, husûmetler ziyadeleşti. İftiralar, ötekileştirmeler ayyuka çıktı. Vifakın yerine nifak, uhuvvetin yerine kin ve adâvet, tesanüdün yerini de firaklar aldı. 

Gerek milletimiz ve gerekse âlem-i İslâm olarak içine düştüğümüz bâdirelerden kurtulmanın, yeniden bir “Asr-ı Saadet” hayatının tek yolu, kaybettiğimiz o değerlere ihlâsla sahip çıkmakla, samimî olarak sarılmakla olur. Ümitsiz miyiz? 

Tabî ki ümitsiz değiliz. Lâkin; Âyet-i Kerîme’de belirtildiği gibi, çareyi başka yerde değil, sadece “Allah’ın rahmetinde” aramak çok önemli. Hz. Yâkup’un (as) tevekkülüne sahip olmak gerekiyor.

Bizler de; ümmet-i Muhammed (asm) arasında büyük ölçüde yıkılmış olan “İslâm kardeşliği”ni ve “gönül köprülerini” yeniden tesis etmeyi, ancak ve ancak Kur’ân’ı Hakîm’den alacağımız hikmetli derslerle; Habîb-i Ekrem’in (asm) Sünnet-i Seniyye’sinden öğreneceğimiz usûl ve erkânlarla; nefis, enâniyet ve cehalet çöllerindeki her türlü engelleri aşarak; ensar ve muhacir ufkunu yakalamış, sahabe ruhlu bir nesil yetiştirerek tahakkuk ettirebiliriz.

Allah Resûlü böyle bir nesli öyle bir mekânda yetiştirdi ki, zemini toz toprak, tavanı hurma dalları ile örtülü olduğundan yağmur yağdığı zaman zemin çamur haline geliyor. Duvarlar ise açık, hiç duvar yok. Talebeler bu “Ashâb-ı Suffe” üniversitesini, hem yatakhane, hem yemekhane, hem mescid ve hem de dershane olarak kullanıyorlar. Bir adet hurmaya bile muhtaç uyudukları geceler çok oluyor. Üstlerinde doğru dürüst giyimleri bile yok. Fakat, başlarındaki rektörleri, dekanları, profları, öğretim üyeleri, ders hocaları hepsi Allah Resûlü (asm). O’nun (asm) rahle-i tedrisinde bulunup, O’nun (asm) dizinin dibinde ve O’ndan (asm) öğrendiler, O’nu örnek aldılar.

İşte o “Ashâb-ı Suffe Üniversitesi”inden mezûn olan o talebeler, kâinatta gelmiş geçmiş en kâmil insan olma ufkunu yakalamış, yaşadıkları hayat tarzlarıyla bütün dünyaya örnek olmuşlar ve olmaya da halen devam etmektedirler. Tarih, onların bir benzerlerine daha henüz şahidlik etmemiştir.

Böyle bir nesli tekrar yetiştirip, âlem-i İslâma yeniden bir bahar mevsimini yaşatmak hepimizin en büyük gayesi ve ideali olmalı.

Okunma Sayısı: 1193
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı