Hayatı dar bir pencereden seyrederiz çoğunlukla. Yaşananların sadece “bir bölümü”dür ne olduğuna dair bize kanaat veren... Öncesi yok, sonrası yok!..
O an ne can yakıyorsa imtihanı o isimlendirir. Hakikatte ise bir neden-sonuç ilişkisi vardır, hafî bir bağ ile rapt edilmiş olaylarla eşya arasında.
Ve her “şey”in ipi, varlığı mutlak olan Zat’ın (cc) elinde olduğunu neticede çıkan hikmet ve maslahat ilân eder enzara. Tarih, okurken bir kaç sayfada bitirdiğimiz, bazen yıllar süren vak’aların maslahatlarını da bir yönüyle anlamaya sebeptir. Her şey bitmiş, herkes gitmiş, geriye sadece kaydedilmiş hikâyeler kalırken “hikmet”i de anlatır talibine.
Zahirinde acılara sebep olan depremlerin zengin maden, mineral ve kaynak sularına; volkanik patlamaların bereketli topraklara sebep olması gibi tabiî afetler bir yana; insanın insanla imtihan edildiği zulm ve acıların dahi bir maslahata ve çok yönlü bir hikmete mebni olduğunu müşahede ederiz iman ettikçe.
İnsanın faniliği, ölümün kaçınılmazlığı esas ise ve buna musîbetler sebepse; Kahhar-ı Zü’l Celâl’in “ceza-i amel”i kimilerine mücazat, kimilerine mükâfat ve teselli olur. Hem Rahmet-i vasia’nın keffaretü’z zünûb’u ebedî rahmet olur musîbetzedelere. Almanya ve Japonya’nın II. Dünya Savaşı sonrası “bitik” haldeyken bir kaç on yılda dev ekonomi ve güce ulaşmalarına ana sebep, yaşadıkları acı tecrübelerdi.
Yahudilerin devlet kurup, uluslar arası arenada birlik içinde gelişip büyümelerinin itici gücüydü Nazi soykırımı.
İşte 200 yıl terör, suikast ve fitne odağı olan Hasan Sabbah’ın kurduğu Batınî Haşhaşiler de başka bir fesad hareketi olup, Moğollar eliyle son bulması bu istilânın farklı bir hikmet yönüydü...
En son Alamut Kalesi’yle beraber bütün şer odakları Moğollarca yıkılmış, kütüphaneleri yakılarak tarihten silinmişti.
Moğol istilâsı başlarken İslâm dünyası parçalı ve kavgalıdır. Bu yüzden Haçlı saldırılarında zorlanan Müslüman Sultan, Emirler bir de Moğol istilâsı gelince çaresiz kalırlar.
Moğolların vur kaç taktiğiyle saldırmaları, zayıf bölgelerde halkı katledip yağma yaparken, üzerlerine ordu geldiğinde sür’atle geri çekilmeleri ümitsizliği arttırıyordu.
Şubat 1258’de Hülagu’nun ordularıyla sardığı Bağdat düşmüş; Halife işkenceyle öldürülürken âlim ve fukahalar, halk kılıçtan geçirilmişti.
Bu musîbet, çok geç kalınsa da kavgaların bir yana koyulup birlik olmayı getirdi.
Moğol ilerlemesi karşısında Abbasi Halifesi Mustansır Billah, bölgedeki İslâm emirlerinin birbirleriyle ihtilâflarını bitirip birleşmeleri için çaba sarf etmişti...
Çok geç kalınmış olsa da vur-kaç hareketiyle Irak, Erbil, Mardin’de katliâm ve talanla ilerleyen Moğol ordusunun Ayncalut Savaşı’yla ezilmesinin ve yenilmez algısının yerle bir olmasına giden sürecin temelini oluşturmuştu. Halifelik makamı Mısır Memlukleri’ne geçerken, Türkler hâmisi olmuştur.
İstilâ süresince göç eden Türkmenlerle de Anadolu hızla Türkleşmiş; bu coğrafyada yıkılan Selçuklu Devleti yerini beyliklere bırakarak Osmanoğulları’nın Söğüt ve çevresini yurt edinmeleriyle İslâm’ın bayraktarlığını yapacak Osmanlı İmparatorluğu’nun nüvesine zemin hazırlanmış oldu.
Kuzeyde Rus toprakları Moğol istilâsına uğrayınca devletleşmeleri gecikmiş, Anadolu’da birliği sağlayan Müslüman bir devlet daha uygun şartlarda teşkilâtlanmıştı.
Öyle ya, bu âlem hikmet dünyasıydı.
Üstad, iki Müslüman grubun çatışmasını “tarihin gösterdiği sair esbab ise hakikî sebep değiller, bahanelerdir.” 1 diyerek bu hikmet yönüne işaret eder.
Başa gelen her olayda; “O Hakîmdir abes iş yapmaz, Hem Rahîmdir kuluna zulmetmez”2 kaidesi teslim, tevekkül ve teselli noktamız olsun.
“Rabb’imiz! Bize gücümüzün üzerinde bir sorumluluk yükleme.
Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et.” 3
Amin...
Dipnotlar:
1- Mektubat. 2- Sözler. 3- Bakara Sûresi/286.