"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Meşveret ve neme lâzımcılık

Ayşe NUR
01 Mayıs 2015, Cuma
Bazı özellikler vardır; kişi ve/veya kurumlara malolurlar, adeta markaları olur. ‘’İstişare-müşavere-şûrâ’’ ki eş anlamlı olan bu ifadeler, İslâmın temel esaslarıdır.

‘’Bir konu hakkında danışmak, görüş sormak’’ manasına gelen bu ifadeler, fiiliyata döküldüğünde; danışılan, görüşülen, fikir beyan edilen ortamlar halini alır ki meşveret de tam olarak budur.

İşte Yeni Asya’nın marka özelliği olmuştur meşveret. Teorikte değil özde, kalplerde, fiiliyatta, uygulamadadır.

Öyle ki bu cemiyette aidiyetin değil, hakkaniyetin esas olduğu şahs-ı manevî ön plandadır.

Bu minvalde Kur’ân-ı Azimüşşan’nın bir icaz-ı manevisi hükmünde olan Risale-i Nur’un iman ve Kur’ân hakikatlerini yazılı ve sözlü neşretmek de bu cemiyetin en esaslı vazifesidir.

‘’Hak ve Hakikat inhisar altına alınamaz. Hakaik-i imaniye ve Kur’âniye resmî bir şekilde, ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulamaz.’’

Üstad Bediüzzaman’a ait bu ifadeler, vazifenin ehemmiyetini net bir şekilde ortaya koyarken, engellemeleri de reddeder.

Kim ya da ne olursa olsun, engellemeler ve yasaklar zahirde hangi haklı (!) gerekçelere kılıf olmuş libası giyerse giysin; bu hakkaniyete gölge düşüremez. Bu vazifeye talip olanların da elbet taşıyacakları vasıf bellidir;

İhlâs, samimiyet, metanet, sebat ümitsizliğe ve hüzne düşmemektir.

Dost zor zamanlarda belli olur der atasözü. Allah’ın rızasına vasıl olacak yollardan en kısa, en selâmetli olanlarını acz, fakr, şefkat ve tefekkür olarak belirler Üstad..

Acz yolunu anlatırken;

“Felâ tüzekkû enfüseküm”1 âyetini hatırlatır. Nefislerinizi temize çıkarmayın! Yani kendini görüp, kendini beğenme. Yani hatalarına, sorumsuzluklarına, hakka taraf olmayışına, haksızlıklara göz yumuşuna bahane üretme! Yani her bir hakikati ‘’ona nasıl bakıyor’’ diye değil; ‘’bana nasıl bakıyor’’ diyerek değerlendir ikazını ihtar eder adeta. Bu bağlamda vazife şuuru ile hareket ederken, otokontrol mekanizması devrede olmalı hep. Risale-i Nur hadiminin en büyük özelliğidir.

Peki bu durum hakikatte, uygulamada nasıldır? onu da insaf ve ferasetinize bırakıyorum.

Bilenler bilir; Kanunî Sultan Süleyman’ın idaresindeki Osmanlı, devrin en yüksek seviyesine gelmiştir. Gelmiştir, ama Sultan’ı endişelendiren, huzursuz eden bir şey vardır.

Günün birinde bu devlet zayıflar mı, izmihlâle uğrar mı, gücünü yitirir mi? İlâhî marziyatın hadimi olarak, ila-i kelimetullahın intişarı olarak bildiği, yönettiği bu Devlet-i Aliyye birgün kırılmaya uğrar mı?

Devrin meşhur âlimi ve evliyadan kabul edilen aynı zamanda Sultan’ın süt kardeşi de olan Yahya Efendi’ye sıkıntısını açar.. bir mektup göndererek;

“Sen ilâhî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de, bizi aydınlat. Bir devlet hangi hâlde çöker? Osmanoğulları’nın âkibeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” diye özetler endişesini..

Yahya Efendi’nin cevabı gayet kısadır: ‘’Neme lâzım Sultanım.’’

Sultan bu sözlere bir mana veremez vermesine de, endişesi bir kat daha artar. Bilmediği bir durum mu vardır? Hele ki Yahya Efendi gibi ciddî bir zat ve böyle bir cevab!

Kalkar dergâha gider. Bu sefer sitem dolu bir şekilde “Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!” diyerek, sorusunu tekrar sorar.

“Sultanım’’ der “Sorunuzu ciddiye almamak olur mu? İyice düşündüm ve kanaatimi arz ettim’’ şeklinde cevap verir.

Sultan “ben bu cevaptan bir şey anlamadım. Sanki beni bu işe karıştırma der gibisin.’’

Yahya Efendi bunun üzerine tarih boyunca her vak’ada, her toplumda, her meselede esas olacak şu karşılığı verir:

“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar ayyûka çıksa... İşitenler de neme lâzım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de, çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da, bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Âsâyiş ve emniyete vesile olan, itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir…”

Ağlamaya başlar Sultan Süleyman. Allah’a şükretmeyi de ihmal etmez. Biz çekirdek bir aileyiz cemiyet olarak. Sonra daha büyürüz diğer meslek ve meşrepler olarak.

Sayımız milyonları bulur âlem-i İslâm olarak! Ümitsizliğe düşüp, neme lâzım demeyiz.

Hayat-ı içtimaiye ve siyasiyedeki sıdkın ölmesine neme lâzım demeyiz.

Adavete muhabbet besleyip, dahası besleyene neme lâzım demeyiz.

Himmeti menfaat-i şahsiyeye hasretmez, edene de neme lâzım demeyiz.

Neme lâzımcılık bugün toplumun, cemiyetin en muzır marazı olmuşsa,

Nerdeyse her an herbirimize istidadı ve konumu mucibince bir imtihan kapısı açılmışsa,

Habbe ihtilâflar kubbe yapılıp, ittifak sarsılmışsa,

‘’Fela tüzekku enfüsekum’’2

Nefislerimizi temize çıkarmayalım..

Dipnot:

1-2: Necm Sûresi 53:32.

Okunma Sayısı: 2704
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • l&m

    1.5.2015 20:07:26

    sayın yazar kadınların çalışması hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

  • Ramazan Adibelli

    1.5.2015 12:05:54

    Tebrik ediyorum güzel bir yazı olmuş istibdatın yadigarı hala Bizde

  • Garib Doğu

    1.5.2015 08:36:06

    Bugün neme lazım zirvededir.Az çok herkeste bu sorumsuzluk var.Özellikle alim sıfatına sahip olanlar en kötü sınavı veriyor.Tarafgirlik ve körü körüne sevgi,doğruları görmemize,zalimlere karşı çıkmamıza perde oluyor.Çıkar ve mevki endişeleri de insanı haktan uzaklaştırıyor.Elhasıl bugün top yekün millet olarak büyük bir yükümlülüğün ağır vebali altındayız.Haksızlıklara karşı meşru dairede,müsbet hareket tarzında karşı çıkmazsak,başımıza büyük belaların gelmesine kadere fetva veririz.Elimizde çok imkânlar var! Bunları hakkı savunmada ve zülme karşı çıkmada kullanmazsak,neticelerine de katlanmak durumunda kalırız.

  • M Numan

    1.5.2015 07:25:05

    güzel bir sosyolojik analiz olmuş.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı