Bugün İstanbul seçimi var. Sonuçları genel -umumî olan yerel- mahalli bir seçim. Zira en üst düzeyde “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” ikrarında bulunuldu.
Zira seçim ve sandık kanaatini bildirme zeminidir. Rey, vicdan ve fikir hürriyetiyle haksızlığa, hukuksuzluğa adâletsizliğe karşı tutumdur. Yanlışlara, baskıya, diktatörlüğe, despotluğa karşı tavırdır. Millet irâdesine destektir. Zâlime ve zulme karşı bir irâdî beyândır, fikrî mücadeledir. Haksızlıkları, hukuksuzlukları “kabul etmemektir, amel etmemektir, istememektir.” (Kastamonu Lâhikası, 206)
“Tehditlerle, korkularla, hilelerle, efkâr-ı âmmeyi (kamuoyunu) başa bir mecrâya çevirmek, muhâkeme-i akliyeyi az bir zamanda kapatmak” isteyen menhus mihrakların gerçekleri saptıran algı operasyonlarına, manipülasyonlarına fikren karşı koymaktır. (İşârâtü’l İ’câz, 164)
Zulüm, çeşit çeşittir. Kur’ân-ı Kerim’de her türlü inançsızlık, meşveretsiz otoriterlik, dikta yönetimleri, hak gasbı, adâletsizlik, fitne ve fesad, “zulüm” olarak takbih edilmiştir; taammüd edenler de “zâlim” olarak damgalanmıştır.
Bediüzzaman daha Osmanlı devrinde, umum ulema ve talebeye hitaben müteaddit nutuklarla “hakikat-i meşrutiyet-i meşrûa”yı izâh ederken, “İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adâlet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar” diye haykırmıştır. (Divân-ı Harb-i Örfî, 121)
ZÂLİME VE ZULME DESTEK
Ve yine bundandır ki, “İstibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille vuracağım!” anlamlı tepkisini dile getirmiştir. (a.g.e.33)
Zâlime ve zulme karşı durmak, imanın gereğidir. Ve müfessirlerin tefsiriyle Kur’ân’da helâk edilen nice kavimler arasında sayılan Nuh Kavmi, Ad Kavmi, Lut Kavmi, Mü’tefike, Medyen Ashabı, Fil Ashabı sapık inançsızlık ve ahlâksızlıklarının yanısıra haksızlığı, yolsuzluğu, hîleyi, kul hakkını gasbı pervâsızca işledikleri için büyük semâvî felâketlerle ilâhî gazaba uğratılmışlardır.
“Halkı zulmetmekteyken helâk ettiğimiz, böylece duvarları çökmüş çatılarının üzerine yıkılmış nice memleketler, nice muattal kuyular, nice muhteşem saraylar vardır (Hac, 45) âyetiyle, kavimlerin helâk edilmeleri, işledikleri şirk, küfür ve isyanla birlikte zulmetmeleri sebebiyledir.
Esasen, peygamberler tarihine ve helâk olan kavimlerin serencâmına bakıldığında fitneyi, fesadı, anarşiyi, terörü, haksızlığı ve zulmü yapanın bir azınlık olduğu görülür. Ancak, çoğunluğun buna alkış tutmakla, tasvip etmekle, ses çıkarmamakla ya da bigâne kalmakla “hüküm eksere göredir” kaidesince zulmün umumileştiği ve “musibet-i amme” denilen umumû büyük musîbete müstehak oldukları görülür ve bu husus âyetlerde, hadislerde açıkça belirtilir.
Hatta Lût kavminin önemli bir kısmının ibâdetlerini yaptıkları, lâkin işlenen kötü fiile, dayatılan zulme lakayd, suskun, kayıtsız kalmalarıyla bir nevi “zulme destek” gösterdikleri için “Hz. Lût’la beraber olanlar”dan sayılmayıp helâk edildikleri belirtilir. Ehl-i Beyt-i katleden, aç-susuz bırakıp zulmeden Yezid’in de namaz kıldığı unutulmamalı.
“TARAFTAR OLANIN, MEYLEDENİN…”
Özetle, Bediüzzaman’ın tefsiriyle “Ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın (insanların) o zâlim eşhasın (şahısların) harekâtına fiilen veya iltizamen (tarafgirlik göstermesiyle) veya iltihaken (bizzat işleyip katılarak) taraftar olmasıyla mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye (umumî mûsîbete) sebebiyet verir.” (Sözler, 158)
Kısacası, Bediüzzaman’ın “taraftarlıkla (zâlimlerin) zulmüne rızâ gösterilerek cinâyetlere mânen şerik edildiğini” beyânıyla zâlimler, “Haşirdeki mizânın ancak tartabileceği dehşetli bir günâh ve zulüm” olan “Alkışla, mütelezziz ol (zulmümden sevin), beni sev!” diye dayatırlar. (Kastamonu Lâhikası, 88)
Neticede “zulme rızâ zulümdür’; taraftar olanın, meyledenin, ‘Zulmedenlere en ednâ (en ufak) bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur” (Ahzâb Sûresi, 72) âyetindeki hakikatle zulüm kimseyi âbâd etmez. (Kastamomu Lâhikası, 160)
Bu meyille, “beşerin zâlim kısmının cinâyetinin neticesi olan gelen felâketler”e sebebiyet veren zâlimlerin zulmüne “destek”le zulme ortak, “itiraz etmemek”le “stratejik zâlim”olur, olunur.
Yine Bediüzzaman’ın tahliliyle, zâlimlerin “muhteris bir intikam veya müntakim (intikamcı) bir hilâfla (karşı koyan muhâlefetle) muraî (zâlim güçlere dalkavuklukla kendini şirin gösteren riyakâr) ruhtan gelen, yalancı fikirden çıkan me’şum (uğursuz, kötü) sözünü doğru gösterme dehşetine varan, “zâlim zaaf”la zulmü alkışlar “mânen zâlim” olur. (Sünûhat, 69)
“Zulüm projeleri”nin taşeronu olmaktan, “zâlimlerin satranç oyunları”nda “piyon” duruma düşmekten sakınmanın yolu, “eliyle, diliyle, kalbiyle” zâlime ve zulme direnmektir…