"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hakikat denizi Barla denizi

Cihan CAMBAZ
03 Ağustos 2016, Çarşamba
Hayal libasını giymiş bir hakikat...

Senin bu misafirhane-i dünyada yolcular için böyle rahmet havuzlarının bulunması ve insanın seyr ü seyahatine ve gemisine ve istifadesine musahhar olması işaret eder ki, yolda yapılmış bir handa, bir gece misafirlerine bu kadar deniz hediyeleriyle ikram eden Zât, elbette makarr-ı saltanat-ı ebediyesinde öyle ebedî rahmet denizleri bulundurmuş ki, bunlar onların fâni ve küçük nümuneleridirler. İşte denizlerin böyle gayet harika bir tarzda arzın etrafında vaziyet-i acibesiyle bulunması ve denizlerin mahlûkatı dahi gayet muntazam idare ve terbiye edilmesi, bilbedahe gösterir ki, yalnız Senin kuvvetin ve kudretinle ve Senin irade ve tedbirinle, Senin mülkünde, Senin emrine musahhardırlar ve lisan-ı halleriyle Hâlıkını takdis edip Allahu Ekber derler.” (Şuâlar, 49)

“Sonra denizlerin içlerine bakar, görür ki: Gayet güzel ve zînetli ve muntazam cevherlerinden başka, binlerce çeşit hayvanatın iaşe ve idareleri ve tevellüdat ve vefiyatları o kadar muntazamdır; basit bir kum ve acı bir sudan verilen erzakları ve tayinatları o kadar mükemmeldir ki, bilbedahe bir Kadîr-i Zülcelâl’in, bir Rahîm-i Zülcemâl’in idare ve iaşesiyle olduğunu isbat eder.” (Şuâlar, 112)

Sabahın erken saatlerinde bu dersi okurken bir taraftan da Barla Denizine bakıyordu... 

Seher vaktiydi. Havada seherin temizliği… Güneşin doğuşu denizde ışık oyunları yapıyor…

Dizleri üstüne oturmuş bu hakikatleri okurken Barla denizini seyre daldı... Bir an elini uzattı suya dokunur gibi yaptı... Suya dokunmak, okuduğu hakikatin serinliğini, ferahlığını hissetmek istiyordu. 

Çınar ağacındaki kulübeden sür’atle inmeye başladı. Merdivenlerden dakik bir ustalıkla iniyor. Sabahın heyecanıyla okuduğu hakikatlerin verdiği huzur halini birleştirerek kendi 2 odalı küçük evinin penceresinden süzülüp içeri girdi. Cübbe ve sarığını düzeltti ve yeni bir heyecanı hissetmek, etraftaki sıkleti üzerinden atmak için kapıdan hızla dışarı çıktı. Barlalılar daha uyanmamış etrafta horoz sesleri, ufaktan kedilerin hareketliliği ve köpek sesleri... Adımlarını öyle atıyordu ki sanki Barla’dan aşağı doğru kayıyor süzülüyor, Barla denizine doğru yürüyordu. Etrafta bir iki köylü onu görmüş olabilirdi. Ama evini gözetlemekle meşgul asker ve casuslar hiç fark edememişlerdi. Said Nursî’nin hızla evinden süzülüşünü... Zaten telâş da onları sarmıştı ya ... Hoca evinde yoktu... Bu ihtiyar yaşının gereği gibi hareket etmiyor. Barlalı gençler bu kadar gezmedi buraları dağ, tepe, deniz... Durmadan hareket halinde peşine takılanlar bîtap ve yorgun haylice... Yine yok, bakın diyordu, içlerinden biri... Onlar böyle konuşurken telâşlı...

Said Nursî’nin dilinde tesbih ve zikir. Barla denizinin elinden tutmak için heyecanla yürüyordu, yürüdükçe rahatlıyor; tesbihatla adeta coşuyordu... Barla denizine iyice yaklaşmıştı. Ağaçların arasından süzülüp yine seri bir şekilde Barla denizinin kıyısında durdu.

Bundan sonra yaşanacaklar gayet sakin ve yavaştı. Denizi baştan başa seyretti... Bismillah diyerek ayaklarını değdirdi suya... Okuduğu hakikatler geldi aklına...

Allah’ım bu denizi ne kadar da güzel yaratmışsın. Elhamdülilah diyerek Eğirdir Gölü’nün sularına bıraktı kendini... Allahu Ekber Said Nursî Eğirdir’de ilk defa denize giriyordu. Kendini öyle bırakmıştı suya... Seyrini su belirliyordu... Deniz akıntısına almıştı onu... Ellerini yüzercesine açmış iki kulaç kendini suya bırakmıştı Said Nursî... İçinden şükür hisleriyle yüzüyordu suda... Eğirdir Gölü’nün serinliği ruhuna ve vücuduna tarifsiz bir serinlik veriyordu... Denizin içini seyrediyor, maviyi yeşili doya doya görüyordu gözleri... Su, diyar-ı gurbette imanın verdiği Nurla apayrı bir yakınlık hissetti Eğirdir Gölü’ne... Gölde sıcak karşılamıştı Said Nursî’yi. Sanki kucaklıyordu Barla, ilk sürgün edilişinden sonra ilk karşılaşmasıydı Said Nursî’yle... Göl de özlemişti hakikatiyle denizde yüzmeyi bilenleri... Genelde göle gelenler dünyevî bir zevkin gereğini yapar gibiydi böyle şükür hisleriyle gelenler çok değildi. Hele de Said Nursî gibi hayatını iman dâvâsına adamış bir imamdı suya giren... kimine göre hoca kimine göre Üstad...

Denizin ve kâinatın hakikatini anlamış her mevcudun Allah’ın varlık ve birliğine işaret ettiğinin hadsiz dillerinden bir kısmını kitaplarında yazmış bir âlimdi suda yüzen... Aklına Hz. Peygamber (asm) geldi. Onun da denize girdiğini düşünerek Efendimizle (asm) aynı denizde yüzüyorlarmış gibi bir de sevinçli bir hal oluştu... Ya Muhammed (asm) peşindeyim der gibiydi... Sünneti yaşayışım, huzurum der gibiydi… Madem ki Efendim (asm) yüzmüş ben de yüzeceğim der gibiydi…

Denize giren şu ihtiyar şükür hisleriyle doldukça denizi daha bir kucaklıyor, deniz hakikatinin anlaşılması sevinciyle bütün neşesini bu noktada topluyor, denizin balıkları bile iman nurunun denize aksiyle yeni bir Nur dalgasına giriyor... Güneşin havada gösterdiği gökkuşağının safhaları şimdi Eğirdir Gölü’nde Barla denizinde yaşanmaya başlıyor... Her safhası iman, her safhası Nur doluydu... Her safhası ayrı bir huzur... Kulaçlarını açıyor Said Nursî yüzüyor... Suyun dalgaları bir girdap misali küçükten büyüğe dalgalalar yayıyordu...

Bir an ayaklarını yere değdirdi ve gölü yatay bir şekilde seyretti...

Göl çok güzeldi, güzel yaratılmıştı. Bu bir nimetti nimet şükür isterdi...

Nimetin şükrünü eda etmiş ve denizden çıkıyordu... Deniz ellerinden tutmuş bırakmasa da. Yavaşça süzülüp kıyıdan denizi seyre başladı... Ellerini ayakta açtı.... Yürekten Elhamdülillah diyerek gölü selâmladı... 

Ve Said Nursî, sabahın bu güzel vaktinde temiz havayı içine çekerek Barla’daki ikametgâhına doğru yürümeye başladı... Yine seri ve tesbihatla meşgul vaziyette küçük odasına vardı. Kapıda bekleyen talebeleri vardı. Üstadın nereden geldiğini merak ediyordular. Üstad onların endişeli nazarlarını dağıtmak niyetiyle sırtlarını sıvazlayarak içeri aldı. Talebeler kalem ve kâğıtları ceplerinde, her zaman Risale-i Nur yazı hizmetine hazırdı. Yakın bir mesafeden tarassut eden casusların bakışları arasında odasına giren Üstada ilham gelmişti....

Üstad kardeşlerine yazıya hazır olmalarını rica ettikten sonra “yaz kardeşim” diyerek kulübesinden Barla denizine baktı... İçindeki şükür hisleri, İslâmî yaşayışın verdiği huzurla birleşti... Sefahat ve lehviyatı arzulayan nefse bir de ders vermek istercesine şu güzel sözü yazmalarını istedi... “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” (Sözler, 29)

“Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz; meşrû dairedeki keyfe iktifa ediniz. O, keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-ı meşrû dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu...” (Sözler, 144) 

Barla denizinden hakikat denizine geçen bir mü’mindi Bediüzzaman, daima rıza dairesinde teneffüs etmenin yollarını arıyordu, helâlı arıyor ve daima huzuru buluyordu... Onun böyle huzuru bulması helâl yaşayışının dünyadaki meyvesiydi... Bu yaşayışıyla da İslâm’ın hayatla nasıl da iç içe olduğunun örneklerini yaşıyordu... İslâm’ın neşesi meselâ yüzündeydi, görüştüğü kimseye hüzün vermiyordu, kendi içinde hüznü olsa da iman nuru hüzünlerini alıp götürüyordu... İnsanları dinliyor, onlara duâ ederek bir tesellici oluyor çocuklarla diyaloğa geçiyor, gençlere faydalı nasihatlerde bulunuyor, ağaçlara ve hayvanlara özel bir değer veriyor... Denizle konuşuyor... Denize bakıp tefekkür ediyor... Hali hep böyle güzel hep faydalı hep ferahlatıcıydı Bediüzzaman’ın... Sabaha kadar okuduğu Kur’ân ve Cevşenin ferahlığı yüzünde ve sözlerindeydi... Onun çekim alanına giren önce bir ferahlayıp Said Nursî’nin ümit aşılayan simasından bir enerji alıyordu... Sonrası da yazdığı Nurlu eserlerin talebesi olmak, talibi olmak, Risale yazmak, Risale-i Nur Talebesi ünvanına sahip olmak... Said Nursî, İslâm’ın ümit aşılayan bir yüzüydü o dönemlerde Barla’da... Eğirdir’den namını duyan Binbaşı Hulusi talebesi oluyor. Isparta’dan Hüsrev namında yine bir talebe, yine âlim olan biri hafız Ali ve daha niceleri ümit arayanlar kendilerini Barla kapısında Barla denizinde hakikat denizinde buluyor... İslâm’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu Nur eserlerini tanıyınca anlıyor... ve bu hal Nurları yazan her talebenin yüzünde bir ümit halinde devam ediyor...

Hakikat denizine Nurlu eserleriyle bizi çağıran Üstada selâm...

Barla denizinden, hakikat denizine geçişlerimizin çok olabilmesi için de Risale-i Nur’u okumak duâmız olsun.

Amin...

Okunma Sayısı: 2567
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı