"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Vazifemiz müsbet hareket etmektir”

05 Nisan 2019, Cuma 00:40
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-i İlâhiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır. Vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”

DİZİ-14: İslam Yaşar

***

“Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyete ciddî taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyetin kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikati söylemektir.” (Emirdağ s: 860)

Bu ifadelerde de görüldüğü gibi Bediüzzaman âhir ömründe birkaç sefer Ankara’ya giderek mezkûr devlet adamları ile görüşmek istedi. Maksadı onlardan şahsı veya cemaati adına bir şeyler istemek değildi. 

DEMOKRATLARA NE DİYECEKTİ?

“Demokrata ezan-ı Muhammedi (asm) gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hatta bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için Ayasofya’yı müzahrefattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır.” (Emirdağ. s: 860)

Böyle diyecekti onların hepsiyle veya hiç değilse biri ile görüşebilseydi. Ezanı aslına çevirerek kuvvet kazandıklarını, Risâle-i Nurlar’ın serbestçe neşrini sağlayarak çok taraftar topladıklarını, Ayasofya’yı ibadete açtıkları takdirde âlem-i İslâmı ve bazı Hıristiyan devletlerini memnun edeceklerini; bu kuvvetin, taraftarlığın, memnuniyetin ve yapılacak duâların da hızla yaklaşan tehlikeyi engelleyeceğini izah edecekti.

İSTANBUL’DAN NİÇİN AYRILDI?

Bediüzzaman, Ankara’ya kadar gelmişken İstanbul’a gitmeye karar verdi. Maksadı, hem İstanbullu talebelerinin ısrarlı dâvetlerine icabet etmek, hem de âhir ömründe İstanbul’u bir daha görmek, âşinâ olduğu menzillerde hasret gidermek, Eyüb Sultan’ın kabrini ziyaret etmek, talebeleri ve dostları ile vedalaşıp helâlleşerek Isparta’ya dönmekti.

Ellili yılların son günü, son saatlerde Ankara’dan çıkıp 1960 yılının ilk günü, talebesi Hüsnü’nün kullandığı araba ile İstanbul’a gelen Bediüzzaman Said Nursî’yi, şehrin girişinde Bekir Berk, Ahmed Aytimur gibi talebeleri karşıladı. Üsküdar’dan Kabataş’a geçtiler, oradan da Çemberlitaş’taki Piyer Loti Oteli’ne gittiler. 

Said Nursî’nin geldiğini haber alan emniyet mensuplarının otelin etrafını sararak sıkı tedbir almaları, bazı işgüzar polislerin sarığına müdahale etmek istemesi, gazetecilerin onunla görüşmeye çalışması, görüşemeyince bazılarının otelin arka balkonuna tırmanarak namazda iken fotoğrafını çekmesi üzerine bu aşırı ilgiden sıkıldı ve 3 Ocak 1960 tarihinde İstanbul’dan ayrıldı.

O gece Ankara’ya gelen Bediüzzaman Beyrut Palas Oteli’ne yerleşti. Aralarında İngiliz Times gazetesinin muhabirinin de bulunduğu bazı gazetecilerle görüştü. Risâle-i Nur hizmetleri ile fiilen meşgul olan talebelerinin toplanmasını, Ankara’da olmayanların da çağırılmasını istedi.

ZAMANIN HASTALIKLARI

“Aziz Kardeşlerim.

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-i İlâhiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır. Vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” (Emirdağ s: 870)

Bu ifadelerle başlayan son dersini verdikten sonra hastalığının şiddetlendiğini, muhtemelen yakında öleceğini söyledi. Zamanın ‘benlik, enaniyet, hodfuruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantezileri ile geçirmek iştihası, tiryakilik’ gibi hastalıklarının olduğunu, Nur Talebelerinin Kur’ân’dan aldıkları derslerle o hastalıklara yakalanmamaları gerektiğini hatırlattı.

İNÖNÜ, MENDERES’İ SUÇLADI

Gazetelerden Said Nursî’nin Ankara’ya geldiğini haber alan ve onların tahriklerine kapılan İsmet İnönü, Mecliste yaptığı konuşmada Başbakan Adnan Menderes’e ‘Siz Şeriatı hortlatıyorsunuz, irtica’ı destekliyorsunuz. Bediüzzaman’ı o maksatla gezdiriyorsunuz’ gibi ithamlarda bulundu.

Menderes de ona ‘Allah aşkına paşa, niçin bu kadar dinden, dindarlardan rahatsız oluyor. Öleceğini bilmiyor mu? Şimdiye kadar kendisine ne zararları dokunmuş? Bütün hayatını dine vakfetmiş bir pîr-i fâniden ne istiyor? Niçin eziyetinden hoşlanıyor, niçin meşakkat çektirmekten hoşlanıyor? Niye bu kadar dine, dindarlara karşıdır anlayamıyorum’ diye cevap verdi.

Bu konuşmanın mebuslar tarafından takdirle karşılanıp alkışlanması üzerine, tekrar Meclis kürsüsüne çıkan İsmet Paşa hiddete geldi. ‘Siz Atatürkçülükle istihza ediyorsunuz. Öyle zaman gelecek ki sizi ben bile kurtaramayacağım’ diyerek tahkirlerine ve tahriklerine devam etti.

İsmet İnönü’nün tahriklerinin artarak devam edeceğini anlayan Menderes, mebuslardan Gıyaseddin Emre’yi Bediüzzaman’a gönderdi. ‘Ta’zimatlarımı kendisine arz et. Bu hengâmeler bitsin ben seyahatlerine devam etmesi için kendisine bizzat haber göndereceğim’ (Badıllı c: 3 s: 1622) diyerek içinde bulundukları zor şartları hatırlattı.

O DİN KAHRAMANI İÇİN BU SEFER GİDECEĞİM

“Türkiye’yi başlarına yıkarım. Yalnız o din kahramanı için bu sefer gideceğim.”

Bediüzzaman böyle diyerek 6 Ocak 1960 tarihinde Ankara’dan ayrılıp Konya’ya gitti. Kendisini görmek isteyen insanların toplanmasına engel olmak isteyen yüzlerce polisin etrafını sarmasına aldırmadan kardeşi Abdulmecid’in evine uğradı, Mevlânâ’nın Türbesi’ni ziyaret etti. Konya’da birkaç gün kalmayı düşündüğü hâlde emniyetin endişelenmesine mahal vermemek için bir saat kadar sonra Emirdağ’a döndü.

Ankara’da yaşadığı hadiselerin ve Emirdağ’a dönerken çektiği zorlukların tesiriyle yorulduğu, halsizliği artıp ateşi yükseldiği için hastalığı şiddetlenmişti. Talebesi Dr. Tahir Barçın muayene edip ağır bir zatürre geçirdiğini anlayınca kendisine iğne yapıp serum taktı. Zübeyir Ağabey, kar yedirip soğuk su içirerek bir hayli yükselen hararetini biraz düşürdü.

Verilen ilâçların da tesiri ile kendine gelen Bediüzzaman, hilâf-ı âdet olarak ziyaretine gelen herkesi kabul etti. Talebelerini toplayıp Isparta’ya gideceğini söyleyerek helâlleşti. Her zaman yaptığı gibi ‘İnşallah yine gelir görüşürüz’ dememesi üzerine Zübeyir’in, Tahir’in, Hüsnü’nün, Ceylân’ın, Hamza’nın ve diğer talebelerinin telâşlandığını görünce onları teselli etmek istedi.

“Kardeşlerim! Risâle-i Nur bu vatana hâkimdir. Masonların ve komünistlerin belini kırmıştır. Belki biraz daha zahmet ve sıkıntı çekeceksiniz, ama İnşallah sonunda ferahlık olacaktır.” (a.g.e. s: 1723)

-Devam Edecek-

Okunma Sayısı: 1798
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı