"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yıldız’ı Dar’ül Fünûn yap!

18 Temmuz 2019, Perşembe
31 Mart ile birlikte Yıldız Sarayı, Hareket ordusu ve bazı komiteler tarafından yağmalandı. Kütüphaneler, arşivler, tarihÎ eserler ve Yıldız hazinesi talan edildi. Hareket Ordusu yetkilileri hazinenin kayıt altına alınarak devlete devredildiğini açıkladılar. Ancak ne kadarı doğru bilemiyoruz. Bediüzzaman Hazretleri Saray’ın bu akibetini hissettiği için Sultan II. Abdülhamid’e “Yıldız’ı dar’ül fünûn yap!” demişti.

***

Asrın Mahkemesi, Çağların Müdafaası: Divan-ı Harb-i Örfî Şerhi - 15

Dizi-15: HASAN GÜNEŞ
[email protected]

***

İslam dünyasına hitab eden yeni bir üniversite 

Yukarda da bahsedildiği gibi Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatının en önemli gayelerinden birisi de din ilimleri ve fen ilimlerinin birbirlerinin teyid ettiği ve uyum içinde olduğu bir üniversitedir. İstanbul’a geliş gayesi Doğu Anadolu’da böyle bir üniversite kurmaktır. Hem Doğu vilayetlerinin hem de İslâm dünyasının dünya saadeti bir cihette medeniyetin yeni fenleriyle olacaktır. Bu üniversite projesiyle medreseler ve din âlimleri bu yeni fenlere aşina olacaktır. Halkı uyandırmak için din âlimleri çok önemli bir faktördür. Yarı bedevi vatandaşların din âlimlerine büyük bir bağlılığı mevcuttur. Adeta iradeleri onların elindedir. Bu düşüncelerle İstanbul’a geldiğini ifade ediyor.

İstibdat rejiminin suçu Sultan II. Abdülhamid’e yıkılıyor. 

Evet, hatalardan genellikle baştakiler sorumludur. Etrafındaki kalın duvardan da kendisi sorumludur denilebilir. Bediüzzaman Said Nursî yine de “görevden alınan sultana isnad edilen istibdat” diyerek memleketin her yerinde şiddetli bir istibdat uygulayarak Sultan II. Abdülhamid’i de lekeleyen kadroya dikkat çekiyor.

Hürriyet şairi Namık Kemal de yıllar önce hürriyete karşı çıkanlardan misal verirken gümrüklerdeki yolsuzluklarıyla meşhur paşalardan bahsetmişti. Bunlar yolsuzluk hususunda en az bizim kadar hassas olan sultanı yanıltıyorlar demişti.

“Sultan II. Abdülhamid’e isnad edilen o zamanki istibdat şimdi şiddetlenerek kısımlara ayrılmış” diyerek İttihat ve Terakki Fırkası, bazı komutanlar ve komitelerin yaptığı şiddetli istibdada dikkat çekiyor. Bediüzzaman Hazretleri burada genelde alışkanlık haline gelen “düşenin ya da gidenin hatalarını ve kusurlarını saymak gelenin de iyi taraflarını öne çıkarmak” yerine tam aksini yaparak kendisini idamla yargılayan ve yargılatanların istibdat ve baskılarını yüzlerine vuruyor.  

Şefkatli sultan

Herkesin saldırdığı, görevden alınan Sultan II. Abdülhamid’e mahkemede “şefkatli sultan” diyor. Bunları bugünküler gibi rahat döşeğinde değil, padişaha yakın olduğu için idam edilenlerin de cesetlerinin darağacında sallandığı bir ortamda söylüyor. Bu cümleden olarak Sultan II. Abdülhamid’in hafiyeci başı Kabasakal Mehmet Paşa Bediüzzaman Said Nursî ile aynı hücreye konmuş ve aynı mahkeme yani Divan-ı Harb-i Örfî kararıyla daha yeni idam edilmişti. İdam sebebi hafiye dönemindeki meşhur işkenceleri ve İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin Bursa şubesi kurucu olmasıydı. Ancak en önemli husus padişaha yakın olmasıydı.

“Sultan’ın maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. O maaşı alıp rahatıma bakabilirdim. Demek ki hata ettim.” diyerek onlara göre diğer bir cinayete dikkat çekiyor. Ayrıca meşrûtiyet döneminde girdiği işkenceli hapishanelere de dikkat çekerek boyun eğmediğini izah ediyor.

Yukarda bahsi geçtiği gibi ittihatçılar ve komiteler çeşitli imkânlar sağlayarak ya da korkutarak birçok grubu kendi çatıları altında toplamışlardı. Din âlimlerinin olduğu cemiyetler de bunlara dâhildi ve yayın organları vardı. Muhalif olanlar ya Hasan Fehmi ve Ahmet Samim faili meçhullerinde olduğu gibi katledilmiş ya da hapsedilmişlerdi. 

Bediüzzaman Hazretleri’nin Divan-ı Harb-i Örfî’de idamla yargılanma sebeplerinden birisi de ittihatçılara ve komitelere boyun eğmemesiydi. Burada “Sultan II. Abdülhamid’e boyun eğmedim, adeta siz kimsiniz?” diyor. 

YILDIZ SARAYININ DURUMU

Yarı Cinayet: Şöyle ki: Daire-i İslâmın merkezi ve rabıtası olan nokta-i hilâfeti elinden kaçırmamak fikriyle ve sabık Sultan merhum Abdülhamid Han Hazretleri sabık içtimaî kusuratını derk ile nedamet ederek kabul-ü nasihate istidat kesbetmiş zannıyla ve “Aslâh tarik musalâhadır” mülâhazasıyla, şimdiki en çok ağraz ve infiâlâta mebde ve tohum olan bu vukua gelen şiddet suretini daha ahsen surette düşündüğümden, merhum Sultan-ı sâbıka ceride lisanıyla söyledim ki: 

Münhasif Yıldızı darülfünun et, tâ Süreyya kadar âli olsun. Ve oraya seyyahlar, zebânîler yerine ehl-i hakikat melâike-i rahmeti yerleştir, tâ Cennet gibi olsun. Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî darülfünunlara sarf ile millete iade et. 

Ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira, senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. 

Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terk et. Zekâtü’l-ömrü ömer-i sâni yolunda sarf eyle. 

Şimdi muvazene edelim: Yıldız eğlence yeri olmalı veya darülfünun olmalı? Ve içinde seyyahlar gezmeli veya ulema tedris etmeli? Ve gasp edilmiş olmalı veyahut hediye edilmiş olmalı? Hangisi daha iyidir? İnsaf sahipleri hükmetsin. 

Ben ki bir gedayım, bir büyük padişaha nasihat ettim. Demek yarı cinayet ettim. 

Cinayetin öteki yarısını söylemek zamanı gelmedi.HAŞİYE 2 

Yazık! Eyvahlar olsun! Saadetimiz olan meşrûtiyet-i meşrûâ, bir menba-ı hayat-ı içtimaiyemiz ve İslâmiyete uygun olan maarif-i cedideye millet nihayet derecede müştak ve susamış olduğu halde, bu hâdisede ifratperver.

İslam’ın merkezi halifelik tehlikede

Bu cinayette İslâm’ın merkezi ve rabıtası olan halifelik ele alınıyor. Bediüzzaman Hazretleri bu maddede herkesin “imkânsız” diyerek gaflet uykusunda olduğu bir tehlikeye dikkat çekerek halifeliğin elden gideceğine dair endişelerini dile getiriyor. Neşredilmemiş “Sırr-ı inna ateyna”da ifade edildiği gibi son yeniçeri isyanında da bazı komitelerin halifeliği kaldırtmak istediklerini, ancak yeniçerililerin bunu kabul etmediklerini ifade eder. Bediüzzaman Hazretleri komitelerin bu hedeflerinden vazgeçmediklerini bildiği için onların istismar edecekleri hususları düzeltmek ve halifeliği kuvvetlendirmek ister.

Yıldız sarayı halifeliğin takviyesinde ve sağlamlaştırılmasında önemli bir rol oynayabilirdi. İsraf, istibdat ve halkın ve ulemanın önündeki duvarlar gibi hataları haksız olarak İslâm’a ve halifeliğe mal ediliyordu. Bediüzzaman Hazretleri meşrûtiyet ile gelişen hadiselerden ders alınacağını düşünerek padişaha gazetelerde “Yıldız’ı darülfunun yani üniversite yap!” dediğini ifade ediyor.

II. Meşrûtiyet’ten önce devlet Yıldız Sarayı’ndan yönetiliyordu. Meşrûtiyet ile birlikte padişahın yetkileri azaltılmıştı yani Yıldız Sarayı, Ay ve Güneş tutulması gibi perdelenmişti.

Osmanlı üç kıt’ayı asırlardır Topkapı gibi mütevazı bir saraydan yönetmiştir.  Topkapı Sarayı gerçekten de Avrupa’daki kontların saraylarından bile mütevazıdır. Osmanlı’da sarayın duvar ve kuleleri mütevazı ancak hazineleri ağzına kadar doluydu.

Son dönemde bu saray yeterli görülmemeye başladı. “Elçileri kabul edecek devletin şanına lâyık bir saray ve salonumuz yok” şikâyetlerinde belki de haklılık payı vardı. Artık devlet son dönemlerinde yeni inşa edilen dev saraylardan yönetilmekteydi. 

Yerli ve yabancı bankerlerden alınan borçlarla Avrupa’yı takliden yeni saraylar inşa edilmeye başlandı. 

Halktaki fakirlikle doğru orantılı olarak tepkiler de artmaya başladı. Anadolu’da ve özellikle İstanbul’da elden çıkan topraklardan gelen muhacirlerle birlikte ciddî bir sefalet hüküm sürmektedir. Hatta Süavi hadisesinde de sokaklarda yatan yersiz yurtsuz Balkan göçmenleri çoğunluğu teşkil ediyordu.

Saraylardaki ihtişam ve israf bire bin katılarak propaganda ediliyordu.

Yıldız’ı dar’ül fünûn yap!

Bilindiği gibi II. Meşrûtiyet ile Yıldız Sarayı’nın fonksiyonu iyice azaldı. Ülke meclis, sadaret yani başbakanlık ve bakanlıklar tarafından yönetiliyordu. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle Yıldız, Ay ve Güneş tutulması gibi küsuf tutmuştu.

31 Mart ile birlikte Yıldız Sarayı, Hareket ordusu ve bazı komiteler tarafından yağmalandı. Kütüphaneler, arşivler, tarihî eserler ve Yıldız hazinesi talan edildi. Hareket Ordusu yetkilileri hazinenin kayıt altına alınarak devlete devredildiğini açıkladılar. Ancak ne kadarı doğru bilemiyoruz.

Bediüzzaman Hazretleri Saray’ın bu akibetini hissettiği için Sultan II. Abdülhamid’e “Yıldız’ı darülfunun yap!” demişti.

“Oraya seyyahlar, zebânîler yerine ehl-i hakikat melâike-i rahmeti yerleştir, tâ Cennet gibi olsun.” ifadesindeki  “seyyahlar ve zebaniler” tabiri farklı manalarda anlaşılabilir. Seyyahların kabul edildiği ya da ilerde müze olunca ziyaretçilerin gezdiği bir saray. 

Herkesin korktuğu ve çekindiği eski ve yeni rejimin komutanları ve muhafızları ise zebaniler. Başka bir zebani ise sarayı işgal eden ve yağmalayan Hareket ordusu ve çeteler.

“Münhasif Yıldızı darülfünun et, tâ Süreyya kadar âli olsun” ifadesindeki Süreyya da dikkat çekicidir. Üniversite olmasıyla, ışığı kapatılabilen sıradan tek bir yıldız değil herkesin görebildiği, kapatılamayan daha güçlü bir takımyıldızı olan Süreyya olacaktı. 

Burada kastedilen sadece bütün İslâm dünyasına hitabeden bir ilim ve irfan yuvası olan üniversite değil “halifelik müessesi” de mevcuttur. 

Bediüzzaman Hazretleri Sünûhat isimli eserinde ifade ettiği gibi devleti idare için nasıl meclis gerekiyorsa halifeliği temsil eden meşihat için de İslâm dünyasının temsilcilerinden müteşekkil bir heyetin gerekliliğine vurgu yapar. Süreyya takımyıldızı ekip ve heyet manasıyla hilafet ve meşihattaki bu yapıyı ihtiva eder.

Risale-i Nur’da Süreyya “İlim Süreyya’ya asılı olsaydı yine alacaklardı” (Buharî, Tefsir 62) hadis-i şerifi zikredilir. Celâleddîn es-Süyûtî  ve Bediüzzaman Said Nursî, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin bu hadisin mu’cizelerinden olduğunu izah eder. (On dokuzuncu Mektub) 

İlim ve fennin hükmedeceği ahirzamanda halifeliğin dayanağı Süreyya misal bir ilim merkezi olmalıdır.

İkinci Ömer ol!

Diğer bir ifade de ömrünün zekâtını yani kırkta birini İkinci Ömer yolunda sarf et, diyor. Bilindiği gibi Emevi halifelerinden Ömer bin Abdülazîz kısa süren halifeliği döneminde dört halifenin yolundan giderek adalet, meşveret ve şûrâ prensiplerini hâkim kılmıştır. Emevi saltanatının yaptığı hataları düzeltmiş, el konulan mülkleri iade etmiş, zulmeden yöneticileri görevden almıştır. Arap olmayan Müslümanlara, gayrimüslimlere ve farklı mezheplere adaletle davranmış ve şiddet yerine ikna yolunu seçmiştir. Bu uygulamalarıyla İslâm’ı ve ehl-i sünneti seçenlerin sayısı hızla artmıştır. 

Dipnot:

HAŞİYE 2: O yarının zamanı, on beş sene sonra yirmi sekiz senedir müellifin sebeb-i hapsi olan Siracü’n-Nur’un âhirindeki bahse bakınız. Tam o yarı cinayeti bileceksiniz 38/89.

-DEVAM EDECEK-

Okunma Sayısı: 4425
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali

    3.5.2020 13:27:33

    Oraya seyyahlar, zebânîler yerine ehl-i hakikat melâike-i rahmeti yerleştir, tâ Cennet gibi olsun.” ifadesindeki “seyyahlar ve zebaniler” tabiri farklı manalarda anlaşılabilir. Muhterem Güneş; Yıldız'ı gezdiysen opera ve tiyatro salonunu görürsün. Bu salona Fransa vb yerden pahalı oprea ve tiyatrocular getirilip opera tiyatro yaptırılıyordu.Üst kat mahfilinde saray hanumları da izliyordu.Bunlara lüx hediye ve bıl bahşiş verikiyordu.Hem batılılaşma hem batıya yaranma saiki...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı