"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

50. Yılında Yeni Asya ve bir hatıra

Durmuş Ali İnci
23 Mayıs 2019, Perşembe
(Nur hizmetkârı bir öğretmenin hatıralarından)

1972 sonlarıydı. Kütahya Tavşanlı Karcık Köyü’ndeki öğretmenliğimin ikinci yılı bitmişti. Tavşanlı’da rahmetli Ahmet Bali Ağabey’den tanıdığım Risale-i Nur’la beraber Yeni Asya’yı da tanımıştım. Askerlik vazifemiz, Kütahya Okuma Yazma Okulu’na (Ali Okulu) çıkmıştı. Burada vazifeli diğer üç arkadaşım ve Şerafeddin Kartal Ağabey’le birlikte onu aşkın arkadaşlarla Askerî Medrese-i Nuriyede Eskişehir’de misafir edilmiştik. Zor şartlardaki misafirlik, dost akrabalardan ayrılık, hatta mesleğimizden çıkarılma bile bizi hiç etkilememişti. 

Fakat Risale-i Nur’dan ayrı kalmak, ekmeksiz kalmaktan daha zordu. Rahmetli Celâl Abi ve Ata Abi’lerin bize Risale-i Nur ulaştırma gayretleri Askerî Savcılıkta takılıp kalmıştı.

Senelerce tadına alıştığımız namaz sonrası kısa bir konuyu okumadan uzak bırakılmanın acısı ve sıkıntısı dayanılmazdı. Bu sıkıntılı hal içinde iken istediğimiz Yeni Asya günlük olarak koğuşumuza gelmeye başladığında çığlık atarak yerlerimizden fırlamıştık. Ancak Risale-i Nurlar 12 Mart Muhtıracıları tarafından yasaklanarak takip altına alınmıştı. Gazetede bile bir paragrafı yazılamıyordu. Yazarlar aynı manaları kendi cümleleri ile yazıyorlardı. Onları okuyup hasretimizi gidermeye çalışıyorduk. Fakat okudukça Risale-i Nur hasretimiz iyice artıyordu. Sakız aynı sakız, herkes çiğniyor, fakat kimse Fatma Bacı gibi patlatamıyordu. Demek Risale-i Nur sadece manasından ibaret değildi. Onun sözlerinde, cümlelerinde, ardarda kelimelerin sıralanışında bile bütün hissiyatı besleyen başka bir sır vardı. O zamanki başyazarımız Hekimoğlu İsmail günlük makalesinde Risale-i Nur’dan bir mevzuyu anlatır, arada bir iki cümle Risale-i Nur’dan katar, o cümleler koyu renkli olarak basılırdı. Yani Risale-i Nur kaynak olarak bile gösterilemiyordu. Biz ise Risale-i Nur’dan alınan cümleleri hemen bir deftere yazar, sonra makaleyi okurduk. Yeni Asya ile yudum yudum da olsa Risale-i Nur’un tadını alıyorduk. Sonra herkes ezberindeki cümleleri yazmıştı. 

Bütün bunları birleştirerek uzunca bir namaz dersi oluşturmuştuk. Koğuştaki zanlılar sırayla gazetemizi okuyor, istifade ediyordu. Dine karşı büyük bir merak uyanmasına vesile oluyordu. 

Her doğan güneşle beraber Yeni Asya’mızın koğuşumuza doğuşunu bütün herkes bekliyordu. Bizden önce alıp diğerleri okurlardı. 

Gazetemiz Yeni Asya hasretin ateşiyle patlamış dil ve dudaklarımıza ma-i zemzem gibi geliyordu. Asıl kaynağa olan aşk içimizde hasret ateşini daha da ateşliyordu. Aramızda yaşça en küçük olmakla beraber ruhu Risale-i Nur aşkına dayanamayan Mesut Kardeşim rüyada hasret gidermeye çalışıyordu. İki katlı ranzanın altında ben vardım. Üstte ise Mesut yatıyordu. Bir gece ranzanın gacırtısı ile uyandığımda Mesut yatağında oturmuş iki elini öne doğru uzatmış bağırarak sesleniyordu.

- Risale-i Nur, Risale-i Nur!

Baktım, gözleri kapalı uyuyordu. Belli ki uykuda konuşuyordu.

- Tuh be! Yine ekmek oldu. Ben Risale-i Nur istiyorum!

Uyandığında, rüyada takım halinde Risale-i Nurlar’ı gördüğünü, kollarını uzatarak Risale-i Nur, Risale-i Nur diye bağırıp koştuğunu, tam eline alınca birden sıcacık bir ekmek olduğunu anlatmıştı. Hasretin bu derecesini yaşayan bu genç kardeşimizin ihlâsı bizleri de Risale-i Nur’a ulaştırdı.

Yeni Asya’da hergün okuduğumuz Nur Talebelerinin tutuklama haberlerinden o gün Hüsrev Altınbaşak’ın doksan civarında talebeleri ile tutuklanarak Eskişehir’e getirildiğini yazmıştı. Bulunduğumuz Medrese-i Nuriye Nur Talebeleriyle dolup nurlanmıştı. 

Bu talebelerin bir kısım Risaleleri ezberlediğini biliyorduk. Hemen bitişik koğuşumuzdaki çocuk yaşta Kars’lı iki kardeşimiz, sabaha kadar Osmanlıca olarak bize Küçük Sözler’i yazmışlardı. Bir top beyaz kâğıdı üç kişi paylaştık, Osmanlıca’dan birimiz okuyup diğerlerimiz yazarak üç nüsha Küçük Sözler’imiz olmuştu. Artık namaz sonrası ders okuyacak bir kitabımız vardı. Diğer iki nüshayı da arkadaşlarımızın bulunduğu diğer koğuşlara ulaştırdık.

Mesut Kardeşimizin Nur âşığı, belki velâyet makamında mübarek anneciği ziyaretine gelmiş. Müjdeli bir rüyasını anlatmıştı. Mesut’un anlattığına göre, annesi oğluna çok üzülmüş, şefkâtinden ağlarken uyumuş. Rüyada öyle bir müjde almış ki sevinçle fırlayıp haber vermek için soluğu oğlunun ziyaretinde almıştı. Rüyada çok üzgün ağlarken Üstad yanına gelmiş, “Üzülüp ağlama, onlar büyük bir cihad içindeler. Allah onları seviyor. Hem onların avukatı benim. İnşaallah ilk duruşmada birisi senin oğlun olmak üzere dört kişi tahliye olur” dediğini anlatmıştı. 

Duruşma günü, rüya ile amel edilmez dense de o kadar inanmıştık ki Mesut ile ve birbirimizle helâlleşmiştik. Rahmetli Bekir Abi’nin kırk sayfalık müdafaası sonrası, Üstadın rüyada tahliye talebi üzerine dört kişi tahliye olmuştuk.

1972’den beri okuduğum, bazan yazılarımın da yayınlandığı Yeni Asya’nın 50. kuruluş yıl dönümünü candan tebrik ediyorum. Meşveretle yönünü belirleyen Yeni Asya yanılmadı, okuyucularını da yanıltmadı. Allah bundan sonra da hak ve hakikatten ayrılmadan yanıltmasın inşaallah.

Fotoğraf: Erhan Akkaya

Okunma Sayısı: 2615
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı