"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Çanakkale’de Anzac çıkartması

Durmuş Ali İnci
20 Mayıs 2021, Perşembe
Baharın bütün güzelliği ile ruhları sardığı bir gündü.

Sabahın seherinde Arıburnu şimdiki adıyla ANZAC Koyu’na yanaşıp demirleyen İngiliz gemilerinden Hıristiyan ayin ve ilâhî sesleri semaya yükseliyordu. Bir gün öncesi düşmanın buraya geleceği öğrenilmiş 8-10 km. yakındaki Bigalı Köyü’ndeki 57. Alayımız da yürüyerek buraya gelmişlerdi. Bütün topçu bataryalarımız namlularını Korku Deresi’nin iki yamacına, Saros Körfezi’ne çevirmişlerdi. Buralara bahar gelmişti genç fidanlar filizlenmiş, türlü türlü, rengârenk çiçekler Conkbayırı yamaçlarını bayramlık çocuk gibi süslemişti. 

Yüreği yanık anaların binbir sıkıntı ve yokluk içinde, gözünü budaktan sakınarak büyüttüğü, kimi onbeşinde, kimi yirmisinde, belki bir kere doyasıya yavruum! deyip kucaklayamadığı güller, sümbüller misali bahar çiçekleri siperlerde bekleşiyordu. Kimi abdestli girdiği siperde küçük Kur’ân’ını okuyor, kimi ezberinden bildiği sûreleri yüksek sesle terennüm ediyordu. Kimi ölümün sessizliğini bozarcasına yanık sesleriyle türküler söylüyordu. Analar kurbanlık koyunlara yaktığı kınayı bu sefer de vatana kurban gönderdiği asker evlâtlarına yakmışlardı. Biraz sonra şehid olmaya hazır kınalı kuzular da hiçbir korku, ürperti yoktu. Şehadet onlar için hayal hızıyla Cennete uçmak, kırmızı güller gibi kana bulanmış bedenleri ile Cennette açmak, Resulullah’ın (asm) elinden şehadet şerbetini içmekti.

Türk siperlerinden ve gerilerinden davudî seslerle okunan ezanlar ruhları galeyana getirmiş bir an önce ölüp, giden bütün sevdiklerine, şehadetle kavuşmak istiyorlardı. Zaten komutanları da onlara savaşmayı değil ölmeyi emrediyorlardı. Çünkü Gelibolu’dan yaya olarak yola çıkan takviye kuvvetlerin cepheye ulaşması için kazanılan bir an bile savaşın seyrini değiştirebilirdi. Şu anda Mehmet Çavuş Abidesi’nin bulunduğu yerde bir makineli tüfek müfrezesi yerleştirilmişti. Burası bir sırt üzerinde idi. Hem Korku Deresi, hem de Çaltı Deresi yamaçlarını görür ve ateş altında tutabilirdi. Düşman modern silâhlarla donatılmış Arıburnu Yarları önlerine sessizce yığılırken iki dere yamaçlarından çalılıklar arasından siperlerimize doğru ilerliyordu. 

Düşman gemilerinden ateş püsküren top sesleriyle adeta kıyamet kopmuştu. Toprakla beraber ceset parçaları havada savruluyordu. Tomurcuk iken açamadan parçalanan bahar çiçekleri gibi şehadete eren kınalı kuzuların ceset parçaları, el, ayak, parmakları yağmur gibi yamaçlara düşüyordu. Fışkıran kanları yamaçlardan sızarak Korku Deresi’ne doğru akıyordu. Türk topçu bataryaları da ateşlenmeye başlamış yamaçlara tırmanmaya çalışan düşman askerleri üzerine ateş püskürüyordu. Cesetler birbirine karışıyor, kanlar birleşip dereyi doldurmaya başlamıştı. Artık Korku Deresi’nden kan seli akıyordu. Bu nasıl kan seli ki gazilerin ifadesi ile iki yaşındaki bir danayı sürükleyecek derecede şiddetle akan bir seldi. Saros kızıla boyanıyor körfezde bu kızıllık yayılıp gidiyordu.

Topçu bataryalarımız vurulup susturulurken 57. Alay’ın Bedrin Arslanları kadar kahraman kınalı kuzuları siperlerinden çıkarak beşer onar guruplar halinde yuvasından fırlamış ateş saçan gözleri, yeri göğü inleten Allah Allah naraları ile öylesine koşuyorlardı ki düşman şaşkına dönmüştü. Ölüme böylesine koşmak nasıl bir cesaret, nasıl bir imandı? Şehid olanların yerine tereddütsüz yenileri öne atılıyor birkaç dakika sonra onlar da şehadete ulaşıyordu. Sırttaki makineli tüfek müftezemiz yamaçları tarıyor, adeta düşmanı biçiyordu. Az bir kuvvetle düşman kolordusu yavaşlatılmıştı. Düşman Kocaçimen Tepeye ulaşana kadar takviye kuvvetlerimiz savaşa dahil olmuş savaşın seyri değişmişti. Düşman Conkbayırı yamaçlarından geri püskürtülmüştü. Yerini hiç terk etmeden adeta düşman denizi ortasında küçük kahraman bir ada gibi duruyordu. Düşmana geri çekilirken de büyük zayiat verdiriyordu. Düşman sahile ulaşıp gemilere binmeye çalışırken bir taraftan da makineli tüfek müfrezesinin bulunduğu tepenin altına lağım kazmışlar iki lağıma da tesiri yüksek patlayıcılar yerleştirmişlerdi. Bunlar ayrı ayrı ateşlendiğinde müthiş bir gümbürtüyle taş, toprak ve parçalanmış cesetler yamaçlara düşüyordu. Bu müthiş kahramanlığı görmeden millî şairimiz Mehmet Âkif Ersoy şiirinde ne kadar güzel tasvir etmiş.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında Cehennem gibi binlerce lağam;

Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer…

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.

Bir destandır Çanakkale kanla yazılmış. Bir ibrettir Çanakkale, Müslümanı birbirine kırdırmış. Bir merhamet gösterisidir Çanakkale, yaralı düşmanı kucaklayıp yarasını sarmış.

253 bin şehidimizin yattığı bu topraklar kanla yoğrulmuş, Türk Milleti’nin küllerinden dirilip küstah İngiliz, Fransız ve Avustralya, Yeni Zelanda’ya ders verdiği, insanlık öğrettiği bir yerdir.                           

Okunma Sayısı: 1227
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı