"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Beka zulümle değil, adaletle mümkün

31 Mart 2020, Salı
Doç. Dr. Şevki Adem: Kamu düzenini korumak adına masumu feda etmek anlamındaki adaletsizlikleri yapmamak lazım. Devletin devam ve bekası istibdat ve zulümle değil, ancak adalet ve hürriyetle olur.

Doç. Dr. Şevki Adem’in Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nde verdiği seminerden notlar (2)

***

Soru: Hürriyet rahmanın hediyesi olduğu halde insanların doyumsuz hırslarıyla başkalarının hürriyetini yok etmeye çalışmaları insanlık âlemine çok pahalıya mal oluyor. Hürriyet havasının insanlık âleminde devamlı esebilmesi ve insanların yüksek hedeflerinin gerçekleşmesi için eğitimin temeline iman hakikatlerinin yerleştirilmesi gereği konusunda siz ne düşünürsünüz?

Cevap: İman ve hürriyet arasındaki bağ bu eğitim meselesinde de önemli. İmanlı insan başkasının hakkını da kendi hakkı gibi görür ve korur. Üstadın ifadesiyle padişahın hizmetkârı olan bir asker bir çobana tahakküm etmeyeceği gibi onun tahakkümü altına da girmeyecektir. Ayrıca imanlı bir nesil Allah’ın ona emanet verdiği duyguları kendisinin sınırlama hakkının olmadığını da bilir. Herkesin doğuştan gelen ve Allah’ın verdiği haklarının olduğunu kabul eder. O halde hürriyet için iman ilmi ve iman dersi önemlidir.

Soru: Hürriyet ile insan iradesi arasındaki ilişki nedir?

Cevap: Hürriyetinin gerçek sahibi insan değildir. Zira insanın ve iradesinin gerçek sahibi de insan değildir. Üstadın “hürriyet Rahmanın bir hediyesidir” sözü ve “İnsanlar hür oldular ama Abdullah’tırlar” sözü bu manayı vurgular.

İmanlı hürriyet Allah’a intisap edenin hürriyetidir. İman cüz-î iradenin sarfından sonra Allah’ın kulunun kalbine ilka ettiği bir nur olduğuna göre hürriyet de bu nurun bir yansıması olarak bir mana ifade eder. İrade, imanı münafıklık riskinden kurtarır ve hakiki iman haline getirir.

Olayın bir de kader boyutu var elbette. Konuyu anlamak için Risalelerden bir metni okuyayım:

“Eğer desen: Kader bizi böyle bağlamış ve hürriyetimizi selb etmiştir. İnbisat ve cevelâna müştak olan kalb ve ruh için kadere iman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?

“Elcevap: Kat’a ve asla! Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hiffet, bir rahatlık ve ravh ve reyhânı veren ve emn ü emânı temin eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünkü, insan kadere iman etmezse, küçük bir dairede cüz’î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde dünya kadar ağır bir yükü, biçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünkü insan bütün kâinatla alâkadardır. Nihayetsiz makasıd ve metâlibi var. Kudreti, iradesi, hürriyeti milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği mânevî sıkıntı ağırlığı ne kadar müthiş ve muvahhiş olduğu anlaşılır. İşte, kadere iman, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemâl-i rahatla, ruh ve kalbin kemâl-i hürriyetiyle kemâlâtında serbest cevelânına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmârenin cüz’î hürriyetini selb eder ve firavuniyetini ve rububiyetini ve keyfemâyeşâ hareketini kırar.”

Demek hürriyetle Allah’a iman arasında bir bağ olduğu gibi hürriyetle kadere iman arasında da esaslı bir bağ var. Aksi halde iş bir batıldan bir batıla yani “benim iradem yok ki sorumluluğum olsun” ucuna gidebileceği gibi “irade de benim fiil de benim, –haşa- kendi fiilimin hâlıkıyım” noktasına da götürebiliyor. Bu ise hürriyeti de anlamsız hale getiriyor.

Demek tercih ve isteme anlamındaki iradeyi abartıp “insan kendi fiilinin sahibidir” noktasına getirmemeli. Aksi halde iş “vücut da benim, hayat da benim, dilediğimi yaparım” saçmalıklarına gelip dayanıyor.

Soru: Hürriyetin terakki ile ilişkisi aynı zamanda tekâmül ile de ilişkili olduğunu göstermez mi?

Cevap: Evet, elbette. Biz seminerimize başlık olarak tekâmülü değil terakkiyi seçtik. Ama ferdin hürriyetinin anlamı kişinin hürriyetle tekâmül ve tekemmül etmesi. Hürriyetin toplumdaki boyutu da toplumsal hürriyetler sayesinde toplumun terakki etmesi. Demek tekâmül etmiş fertlerden oluşan bir toplum terakki edecektir.

“İnsan mı toplum içindir yoksa toplum mu insan içindir” şeklindeki çelişki sorusu anlamlı değil. Toplum bizatihi bir varlık değil. Toplumu insanlar oluşturuyorlar. Zaten Bediüzzaman Hazretleri de bu sebeple “Hürriyet-i umumî, efrâdın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır” diyor. Yani toplumun hürriyetleri ya da toplumsal hürriyetler dediğimiz şeyler aslında fertlerin tek tek sahip olduğu hürriyetlerin toplamı ve ortak noktasıdır. Allah da Kur’ân’da “bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir” derken bir manada toplum denilen yapıyı değil ferdi esas tutmamız gerektiğini ders veriyor. Biz elimizdekinden yani ferdin hayatından ve hürriyetinden mesulüz. “Toplumu ayakta tutmak” ya da “kamu düzenini sağlamak” denilen şey bizim değil küllî iradenin sahibi olan Allah’ın takdirindeki bir husus.

Ama bir de şu var. Kamu hürriyetleri, meselâ basın hürriyeti gibi hürriyetler iyi kullanılmazsa ferdin düşünme hürriyeti de eksik kalır. Dolayısıyla kamusal hürriyetleri korumaya da önem vermek gerekiyor. Bugün devletlerin en önemli meselesi bu dengeyi bulmak ve korumak. Toplum için fertten vazgeçmeden toplumu ayakta tutabilmek.

Fertler tekâmül ederse toplum terakki eder. Tek bir hücrenin insanın bütünü yerine geçmesi söz konusu olamaz. Ama bazen bir hücre ya da organ hastalanır ve kanser gibi hastalığı bütün vücuda yayılır. Demek insan için toplumdan ve toplum için insandan feragat etmemek lâzım. Bilhassa kamu düzenini korumak adına masumu feda etmek anlamındaki adaletsizlikleri de yapmamak lâzım. Devletin devam ve bekası elbette önemlidir, ama devletin gerçek devam ve bekası istibdat ve zulümle değil ancak adalet ve hürriyetle olur.

Soru: Konuşmanızda bahsettiğiniz Hazreti Hüseyin’in hürriyet-i şer’iyye kılıncını çekip istibdadın başına havale etmesi meselesini açar mısınız?

Cevap: Malûm, İslâmiyet cahiliyeden kalma esareti ve istibdadı parça parça etti. Dört halife bir yandan Kur’ân’ı ve imanı ders verirken bir yandan da Kur’ân’ın devlet ve hürriyet anlayışını kurumsallaştırmaya çalıştı. Kısmen de başarılı oldu. Ama ardından kaderin izniyle hilâfet saltanata dönüştü. Devlet başkanının seçimle gelmesi kuralı maalesef bertaraf edildi. Bunun üzerine Hazreti Hüseyin bu yeni gidişata hürriyet adına itiraz etti. Yoksa o tarihteki meseleler birilerinin sandığı gibi sadece bir iktidar kavgası filan değil.

Bugün liselerdeki din dersi kitaplarında İslâm tarihi anlatılırken maalesef işin bu tarafı pek anlatılmıyor. Bir iktidar mücadelesi imiş gibi gösteriyor. Hâlbuki bu bakış olayı sıradanlaştırıyor ve dünyevîleştiriyor. Demek doğru tarihi doğru kaynaklardan öğrenmemiz lâzım ki doğru sonuçlara varalım. Hürriyet kavramını önemsemeyen bir tarihçi Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’in yaşadıklarına hürriyet penceresinden bakamaz. Bediüzzaman Hazretleri’nin bu konulardaki belki de en önemli özelliği tarihe doğru pencereden ve doğru prensiplerle bakması.

Hilâfetin saltanata dönmesi ve seçimli sistemin kalkması o gün nasıl istibdada kuvvet verdiyse günümüzde de hukuk devletinin ve müzakere kültürünün eksik olması devletlerin adaletten zulme kaymasına sebep oluyor.

Soru: Hürriyet ile muhalefet etme hakkı arasındaki ilişki nedir?

Cevap: İnsan hürriyeti aslında sadece kendisi için değil başkaları için de istemeli. Muhalefette iken “hürriyet, hürriyet” deyip iktidar olduğunda bu sefer başkalarının muhalefet etme hakkını ve hürriyetini engelleyen siyasetçilerin hürriyetten istibdada nasıl yol açtığını tarihten ve bugünden biliyoruz. İttihat ve Terakki Fırkası ile Bediüzzaman arasındaki ilişki de bu konuda bir örnektir. Ona “neden sen İttihad Terakki’den ayrıldın” denildiğinde mealen “hayır ben ayrılmadım, onlar kendi eski yollarından ayrıldılar ve benden de ayrılmış oldular” diyor ya onun gibi.

Bazıları önceki mazlumiyetini ve mazlumiyetten kurtulmak için verdiği mücadeleyi sonraki zalimiyetine paravan yapmaya kalkıyor. Hâlbuki hürriyet hususunda da ifrat ve tefritten uzak olmak lâzım.

Okunma Sayısı: 5196
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı