Bizde yemek yeme meselesi nezih adabları barındıran, sosyo-psikolojik yönleri de bulunan bir kültürdür.
Yemekten önce eller yıkanır, aile fertlerinin hepsi sofranın etrafına oturur. Bu şekilde sofralar ailenin buluşma noktası olur. Ailenin büyüğü hazır bulunanların işiteceği ses tonuyla besmele çeker ve onun yemeğe başlamasıyla diğerleri de başlar. Herkes kendi önünden yer, gerekmedikçe konuşulmaz. Konuşulacaksa da lokmanın yutulması beklenir, softadakilerin iştahını kaçıracak hoş olmayan konular konuşulmamasına dikkat edilir. Herkes yiyeceği kadar yemek alır. Tabaklarda yemek arttırılmaz. Mide, yemek, su ve boşluğa yer olacak şekilde üç bölüme ayrılır, üçte ikiden fazla doldurulmaz. Nimetlerin asıl sahibine şükredilerek tuzla başlanan yemek yine tuzla bitirilir. Eller yıkanır ağız çalkalanır. Aradan en az iki saat geçinceye kadar su dahil bir şey yenilip içilmez. Bu sofralarda sevgi, saygı ve huzur buram buramdı.
Anadolu’da bu saydıklarımız her ailede ekseriyetle her zaman görülen sıradan, ama önemli yaşanmışlıklardı. Şimdilerde yemek yeme kültürümüzle birlikte yemek yeme şeklimizde değişmeye başladı. Aile fertlerinin dışarıda yemek yemesi, ailenin lüks restoranlarda yemek yemesi, fast food türü yiyeceklerin dışarıdan eve istenmesi, AVM restoranlarının sıklıkla ziyaret edilmesi ve çocuk mönüleri.
Dışarıdaki yiyecekler, kazanç maksatlı üretilen yiyecekler olduğundan kârlılık esastır. Kullanılan malzemeler ne kadar ucuz olursa işletmenin kârını yükselteceğinden tercih sebebidir. Gıda maddelerinin hormonlu oluşu, kimyevî gübre ve ilâçların kalıntılarının bulunuyor oluşu, genetik değerlerinin değiştirilmiş olması, kızartmalarda aynı yağın tekrar tekrar kullanılıyor oluşu işletme için bir kaygı sebebi değildir. Gıda maddeleri için organik ifadelerinin kullanılıyor olması, çoğunlukla müşteriyi yanıltmaya yönelik beyanlardır. Organik gıda konusu, tarladan sofraya kadar takibi olan, yasa ile kayıt altına alınmış uygulamaları bulunan zorlu bir süreçtir. Üzerinde sertifikasyon kuruluşu ve Tarım Bakanlığı’nın organik gıda logosunun olması gerekir. Dışarıda yenilen yiyecekler genel olarak sağlıksız yiyeceklerdir. Toplum olarak kültürümüze fert olarak da davranışlarımıza ve sağlığımıza tesir etmektedir. Mecbur kalmadıkça tercih edilmemelidir.
Dışarıdaki yiyeceklerin lezzetli oluşu hayra alâmet bir durum değildir, aksine özenle hazırlanmış bir tuzaktır. Bu tuzağın bir numaralı avları maalesef çocuklardır. AVM’lerin son katlarında yemek yiyen insanlara bir dikkat edin. Genellikle anne ve çocuklardan oluşuyor. Bir anne neden çocuğuna AVM restoranlarında yemek yedirmek mecburiyetinde kalsın ki? Meraktan, özentiden vs. gibi sebepler olsa da, asıl sorun genetik değerleri ile oynanmış damak zevkine hitap eden gıdaların satışa sunulmasıdır. Kontrolsüzce çok tüketilen bu tür gıdalara hareketsizliğin eklenmesiyle birlikte obez çocuklarla tanışmaya başladık. Beraberinde küçük yaşlarda şeker, tansiyon ve kalp krizi haberlerine rastlar olduk. İlkokul ikinci sınıftaki bir kız öğrenciye şeker teşhisinin konulduğunu yakinen biliyoruz. Obezitenin zararları bunlarla sınırlı değil tabi. Bunlara solunum yolları ve ortopedik rahatsızlıklarını da uzmanlar ilâve etmektedirler.
Çocukların saygısız, agresif, kavgacı oluşlarında, tükettikleri gıdalarla doğrudan ilgisi bulunduğu meraklılarınca bilinmektedir. Mizaçlarının şekillenmesinde, ön erinlik ve ergenlik yaşlarının ülkemiz coğrafik ve iklim yapısına göre erken olacak yaşlarda görülmeye başlanmasının ardındaki gerçekte, yanlış beslenme ve fıtrîliği bozulmuş gıdalardır. Çocuklarımız daha çocukluklarını yaşayamadan ne olduklarını anlayamadıkları bir dünyanın içinde buluyorlar kendilerini. Çocukluğunu yaşayamamış olmak da farklı bir sorun olarak duruyor önümüzde. Obeziteyle başlayan sıhhatin bozulması, davranışlarında bozulmasıyla devam etmektedir. Sağlığı ve davranışları bozulan bir çocuğun tedavisi için harcanan zaman, emek ve maddî giderlerle sınırlı değildir zararımız. Belki bir kuşak kaybediyoruz. Bir nesli damak zevklerine kurban veriyoruz. Bundan “ben bulamadım, ben yiyemedim çocuklarım yesin” anlayışındaki anne babalar sorumludur. Kötü gıdaları üretip pazara sunanların hiç mi günahı yok? Adamların “dini yok ki imanına zarar versin”. Vahşi kapitalizmin tek geçer akçesi paradır. Nereden nasıl kazanıldığının bir önemi yoktur.
Bu sebeple anne baba çocuğuna sahip çıkacak, şerli, kötü gıdalardan uzak tutacak. Tez elden özümüze dönmeli, fıtrî olana yönelmeliyiz. Bir çocuk kompostu ve hoşaf arasındaki farkı bilmiyorsa, çerez nedir dediğimizde “bilgisayarda depolanan bilgilerdir” demeye çalışıyorsa, şerbet denilince gözünüze bön bön bakıyorsa, biz yetişkinlerin fıtriliğe dönüş noktasında kat edeceği çok fazla yol vardır. Hiç vakit kaybetmemek üzere.