"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki...

Fethiye Akay
06 Aralık 2018, Perşembe 01:37
Aslında Şanlıurfa için 2. Ulusal Kitap Fuarı olsa da bizim için ilkti.

Çünkü ilki biraz kim vurduya gelmiş ve Yeni Asya olarak katılamamıştık. Elhamdulillah, bu sene nasib oldu ve Yeni Asya Neşriyat olarak fuar alanında yerimizi aldık. 10 günlük süreçte yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi anlatmaya kelimeler yeter mi bilemiyorum. Dilimiz döndüğünce, klavyemiz yettiğince ifade etmeye çalışacağım.

Açılış ile birlikte bizi bir heyecan sarmıştı. Kolay değildi çünkü. Olduğumuz standda öyle sıradan kitaplar yoktu. Risale-i Nurlar ve Risale-i Nurlar’ın şerhi olan kitapların ilânatını yapacaktık. Diğer stantlardan ve görevlilerinden bir farkımız olmalıydı. Duruşumuzla, misafirlere hitap edişimizle, standı benimseyişimizle… Kısacası her şeyimizle. Bismillah ile başladık. Üstadım’ın resmini görünce, “Bu dâvâ adamına yaraşır bir şekilde bu vazifeyi yerine getirmeliyiz” dedik. Bu niyetle başlayıp bu niyetle hitama erdirdik…

Farklı olaylar yaşadık. İnsanların taleplerinden, fıtratların hakikatlere nasıl muhtaç olduğunu bir kez daha gördük… Ön yargılarımızı kırdık bu fuar vesilesiyle. Dışarıdan bakıldığında “Bizim standın yanından bile geçmez” dediğimiz kişiler dikkatle inceledi kitaplarımızı. Kimisi okumak, kimisi destek olmak için aldı kitaplardan. 

Bunlardan birkaçını paylaşmak istiyorum: 7-8 yaşlarında bir çocuk babası ve annesiyle standa gelip “Ben Harry Potter istiyorum” dedi. Bizde de yok tabi ki. Bende “Ya ne yapacaksın elin yabancı bebesini, bak gel bizim Mahsun’umuz var“ dedim. Göster dedi, gösterdik. Bir iki satırını okuyup, resimleri beğenince “Baba ben Harry Potter’dan vazgeçtim, bunu istiyorum” dedi. Can Kardeş Yayınları’ndan Mahsun serisini alıp, mutlu bir şekilde ayrıldı minik misafirimiz standdan. 

Fuarın kaçıncı günüydü hatırlamıyorum. Bir ağabey geldi standa. “Hoşgeldiniz, yardımcı olayım isterseniz” dedim. “Çok iyi olur, ben yakın zamanımızın gerçek tarihini okumak istiyorum” dedi. Latif Salihoğlu’nun “Ahirzaman Tarihi” kitaplarını ve “Bediüzzaman ve ll. Abdülhamid” kitaplarını gösterdik. Kitapları biraz inceleyip, bir iki kelâm edince, “Siz MİT’ten misiniz?” diye sordu. Bende “Yok biz NİT’teniz (Nurculuk İstihbarat Teşkilâtı anlamında) dedim. Bunun üzerine “Burada böyle sohbet ediyor olabilmek dünyalara bedel” dedi ağabey ve cebindeki bütün parayı çıkarıp kitapların hepsini satın aldı. 

Bu defa standın Risale-i Nurlar bölümündeydim. Birden elime bir telefon tutuşturuldu, fuar alanının temizlik görevlilerinden bir ağabey tarafından. Bakışlarımdan şaşkınlığımı anlamış olmalı ki “Kızım sizinle konuşmak istiyor” dedi. Telefonda lise çağlarında bir genç kızın sesini duydum. “Sanırım siz Risale-i Nur satan standdaymışsınız, ben Gençlik Rehberi istiyorum sizde var mı?” dedi. “Var elbette” dedim bende. “Tamam babama verir misiniz telefonu” dedi. Sonra ağabey cebinde ki tek parayı (20 TL) çıkarıp, “Kızımın istediği kitabı verir misiniz?” dedi. Poşete hediye olarak verdiğimiz dergilerimizden de koyduk ve gitti ağabey. Sadece 20 TL’si olan bir baba, o parayla kızına “Gençlik Rehberi” aldı. Nasıl bir dâvâya hizmet ettiğimizi bir daha idrak edip, fedakâr babadan öyle bir ders aldım ki… 

“Üç Dal Papatya” kitabını inceliyordu bir misafirimiz. Yanına gidip, kitabın muhtevasından bahsedecek oldum ki, “Ben okudum bu kitabı ilk çıktığında almıştım, burada görünce çok şaşırdım” dedi. Sonra başını kaldırıp, “Yeni Asya” dedi, dolan ve gülen gözlerle… Biraz sohbet ettik, hikâyesinden bahsetti. Henüz 2 aylık evliyken eşi tutuklanmış ve 2.5 yıldır içerideymiş. Buna rağmen etrafa öyle bir pozitif enerji saçıyordu ki hanımefendi, biz onu teselli edeceğimize o bizi teselli ediyordu. Orada bulunmanın, böyle mağdur olmuş insanlar için ne kadar mühim olduğunu gördük bir kez daha. Bediüzzaman Beşlemesi ve irtibat telefonu alarak, duâlarla ayrıldı standdan… 

Risale-i Nur derslerine gelmek isteyen o kadar çok kişi vardı ki, birçoğuna irtibat numaramızı verdik. Hemen akşamına dönüş yaptı kimisi. İhtiyaç öyle şedid imiş ki… Biz cam bir fanus içinde yaşıyor, kendimizi muhafaza ediyormuşuz. Bizim gibi olanlarla bir arada yaşamak, iletişim kurmak kolaymış, ama farklı olanlarla iki kelâm edebilmek çaba gerektiriyormuş. İnsanın eli ayağı birbirine dolanıyor, sesi titriyormuş. Bir tek kitap dahi satılamamış olsaydı bile, fuarın verdiği bu meyve yeterliydi. Fizikî yorgunluğumuzu hiçe indiriyordu aldığımız manevî lezzet… Çenelerimiz ağrımıştı, ama ruhumuza merhem olmuştu şu on gün…

Bir gün de yine Risale-i Nurlar’ın olduğu bölümde duruyorum. 4-5 kişiden oluşan ortaokul öğrencisi bir grup geldi. “Abla sen bu kitapların hepsini okudun mu?” diye soru sordular. “Standdakilerin hepsini değil, ama bu kırmızı kitapların hepsini okudum, bilmediğim şeyi nasıl tanıtayım ki” dedim. “Hangi standdaki ağabeylere – ablalara sorduysak hiçbiri okumamış sattıkları kitapları, bize kitap satanlar okumuyor biz niye okuyalım ki” dediler. Dilim tutuldu ne diyeceğimi bilemedim. “Onların okumuyor olması, sizin okumamanıza sebep değil” dedim. “Olsun, biz bu standdan kitap alacağız” deyip “Küçük Sözler” aldılar birer tane. 

O zaman şunu anladım ki, kitap fuarında çalışacak kişilerin de özenle seçilmesi gerekiyormuş. Öyle alelade birileri olmamalıymış. Çocuklar, çocuklarımız buna dikkat ediyormuş… Kitap okumayan, kokusunu içine çekmeyen, sayfalarında kendini bulmayan kitabın kıymetini nasıl bilsin ki? Hasılı; kitap satmak para için yapılacak bir şey değilmiş, onu anladım. Bizim standımızda görevli olanların kimi mimar, kimi doktor, kimi mühendis, kimi ilahiyatçıyken maddî - manevî hiçbir karşılık beklemeden oradaydı. Saat 8 olup fuardan ayrılma vakti geldiğinde bizler üzülerek ayrılırken, diğerleri koşa koşa gidiyordu. Şahit olduğumuz konuşmalarda akşam olmasını iple çektiklerini ifade ediyordu birçoğu…  

Bu fuar vesilesiyle bir kez daha anladım ki; keramet bende, sende, onda, bunda, şunda değilmiş. Keramet bizdeymiş. Yani şahs-ı manevideymiş; bir olabilmekte, birlik olabilmekte, uhuvveti – muhabbeti tesis edebilmekteymiş keramet. Neticeyi Cenâb-ı Hak halk ediyormuş. Bir daha gördük, yaşadık, idrak ettik çok şükür… 

Daha o kadar çok şey var ki yazmak istediğim. Ancak sizi usandırmamak için kısa kesiyorum. 

Fuar süresi boyunca maddî – manevî desteklerini arkamızda hissettiğimiz Urfa cemaatindeki ağabey ve ablalarımıza, imza gününe gelen yazarlarımıza, satış ve pazarlama müdürümüze ve standda görev alan bütün kardeşlerime teşekkür ve duâ ediyorum. 

Rabbim onlardan ebeden razı olsun. 

Evet, “Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir.” 

Hakkalyakin hissettiğimiz bu hakikati ömrümüz boyunca istikamet üzere yaşayabilmek duâsıyla…

Etiketler: risale-i nur
Okunma Sayısı: 3340
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • sebahattin yaşar

    7.12.2018 00:26:11

    merhabalar kardeşlerimizin muhteşem hizmetlerine bizzat şahit olduk. her bir şey sorana hemen sorduğu konu ile ilgili, kitapla ilgili sağlıklılık bilgiler aktarıyorlardı gün boyunca tebliğ yaptılar. Nasipli gençleri tebrik ediyorum. Hizmet herkes nasip olmayan bir şeydir.

  • Toygar

    6.12.2018 12:41:03

    Rabbim yâr ve yardımcımız/yardımcınız olsun! Hizmetiniz dâim ve kabul olsun.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı