"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risale-i Nur'un resmen neşrine vesile oldu

26 Mayıs 2019, Pazar 00:54
Tahsin Tola, Melek mizaçlı bir insan olduğundan herkesin mala, mülke, paraya, makama, mevkiye, şana, şöhrete tamah ettiği bir zamanda o, insanların gönüllerini kazanarak sevgilerine ve duâlarına talip olma yolunu seçti.

Dr. Tahsin Tola’yı rahmetle anıyoruz

***

İslam Yaşar'ın kaleminden..

***

“Tahsin Tola’nın ehemmiyetli çalışmasıyla Sözler mecmuası resmen Ankara’da tâb’ edilmesiyle hem âsâyişe, hem Demokrata, hem bu vatan ve millete yüz sene mebusluk etmek kadar fâidesi oldu.”

Said Nursî

“Milleti temsil etmek.” Bir millete mensup olan her ferdin hedefidir bu. Bilhassa milletini seven ve onu meydana getiren değerleri taşıyıp yaşayan insanlar hep milletlerini temsil edecek bir şeyler yapmaya çalışırlar.

Bu maksatla bazıları sanat dalları ile meşgul olur, bazıları spor müsabakalarına çıkar. Tıbbî keşif ve ilmî icatlar yapanlar, siyaset sahasına atılıp milletvekili seçilerek millet meclisine girmeye gayret edenler de vardır.

Bunların içinde en kolay olanı, seçim zamanlarında bir kitle partisinden aday olup milletvekili seçilmektir. Lâkin o sıfatı almak kolay olsa da icaplarını yerine getirip milleti lâyıkıyla temsil etmek biraz zordur.

Zîra bir milleti hakkıyla temsil etmenin yolu, onu meydana getiren maddî mânevî değerleri bilip yaşayarak yaşatmaktan geçer. Öyle engebeli bir yolda başarı ile yürümenin bazı zorlukları vardır.

Milletin vekilinin, her şeyden önce milletin bütününü temsil etme ideali ile hareket etmesi; seviye, sınıf, bölge, şehir, soy, sülâle ayrılığı; fikir, düşünce, dünya görüşü, parti, grup farkı gözetmeden herkesin haklarını korumaya çalışması gerekir.

Bunu yaparken kendi siyasî, mahallî, içtimaî, fikrî husûsiyetlerini de kaybetmemeli, onları milletin mânevî zenginliği olarak meclise taşırken, milletin içinde meclisin itibarını korumayı da aslî vazife addetmelidir.

Herhangi bir seçimde milletvekili seçilmek, mümessil vasfını yerine getirmeye yetmez. İnsan, milletvekili sıfatı taşırken de vatandaş kimliğiyle yaşarken de milleti meydana getiren değerleri yaşatma hassasiyeti içinde hareket ettiği takdirde; devlet nezdinde milleti, millet nazarında devleti temsil eder.

Zaten, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin varlığının sebebi de budur. Bu zamana kadar, çeşitli askerî darbelere ve siyasî müdahalelere maruz bırakılan Meclis’in çatısı altında; sadece o sıfatı taşıyanların yanında, hayatı pahasına milleti temsil ederek vazifesini hakkıyla yapmaya çalışan milletvekilleri de oldu.

Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın hayatlarına mâlolan milleti hakkıyla temsil etme hasletinin ceremesini, yüzlerce Demokrat Partili Yassıada zindanlarında ödedi. Isparta milletvekili Dr. Tahsin Tola gibi bazı mümtaz şahsiyetler de, sadece Meslis’te bulundukları zaman içinde değil, hayatları boyunca demokrasi mücadelesi verdiler.

***

Hasan Tahsin Tola.

Isparta’nın Senirkent ilçesinde, Tolazadelerden Abdullah Nail Beyle Gülsüm Hanımın kurdukları ailenin ilk çocuğu olarak, 1 Mart 1911 yılında doğdu. Kendisini yıllarca bekleyen annesinin, babasının ihtimamı sayesinde çocukluk yılları oldukça rahat geçti.

İlkokula Senirkent’te başlayan Tahsin, devlet parasız yatılı okulu imtihanlarını kazanarak Konya Lisesi’ne girdi. Orada liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldu.

Aynı yıl, 18 yaşında iken Havva Hanımla evlenen ve evlilik hayatı ile tahsil hayatını birlikte yürüten Tahsin Tola’nın siyasî temayülleri talebelik yıllarında başladı. İstanbul’da Millî Türk Talebe Birliği ve Milliyetçiler Derneği gibi talebe derneklerine girip gençlik hareketlerine katıldı.

1936 yılında fakülteyi bitirdi ve hükümet tabibi olarak Muş’un Varto ilçesine tayin edildi. Orada bir süre çalıştıktan sonra, önce Balıkesir’in Manyas ilçesinde, ardından da memleketinde hükümet ve belediye tabipliği yaptı.

Melek mizaçlı bir insan olduğundan herkesin mala, mülke, paraya, makama, mevkiye, şana, şöhrete tamah ettiği bir zamanda, o insanların gönüllerini kazanarak sevgilerine ve duâlarına talip olma yolunu seçti.

Bunu yaparken bir yerden ‘imdat’ çığlığının yükselmesini beklemedi. 

Kasaba, köy, dağ, bayır demeden kendisine ihtiyaç hissedilen her yere koştu, gecesini gündüzüne katarak çalıştı. Çaresiz insanların dertlerini dindirdi, hastalıklarını iyileştirdi, eksikliklerini tamamladı, ihtiyaçlarını giderdi.

Millete hizmet yolunda bazen tabiî engeller, maddî zorluklar çıktı karşısına, bazen resmî tavırlar, keyfî muameleler. O kendisine ve ailesine reva görülen hasımane hareketlere de karşı çıktı, masum köylülere yapılan zulümlere, çektirilen eziyetlere de.

‘Senirkent Fâciası’ adıyla tarihe geçen meş’um hadise de onlardan biriydi. Gerçi hadise sırasında can alınmamış, kan dökülmemişti, ama yapılan melânet ve revâ görülen mezâlim, ölümü aratacak kadar dehşetliydi.

1946 yılının Eylül ayında başlayan hadisenin asıl feci ciheti, dinî kitap okumanın ağır bir cürüm addedilmesi yetmiyormuş gibi bir de maznunlara düzmece suçlar isnat edilerek zulmün mâzur gösterilmeye çalışılması idi.

Yıllardır, her yolu denemelerine rağmen durduramadıkları Nur hizmetlerinin hız kazandığını, gelmesinden korktukları demokrasi şafağının sökmeye başladığını gören zamane zalimleri, son bir gayretle melânet kusarak memleketin efkârını kirletme cihetine gittiler.

‘Güneşi üflemekle söndürmeye çalışma’ hamakatinden başka bir şey değildi yapmaya çalıştıkları hareket. Hedef güneş olunca, yapılan mezâlimden en büyük zararı da nura müheyya olan pervane fıtratlı, kelebek mizaçlı masum insanlar gördü.

Gece yarısına doğru başladı baskınlar. Sîmasının seciyesi silinmiş, kalbinde merhametin, vicdanında insafın izi kalmamış, gözünü kin bürümüş ceberut tıynetli insanlar, üzerlerindeki resmî üniformaların himayesinde, kirli vicdanları ile hânelerin mahremiyetini ihlâl ettiler. 

Önlerine çıkan her insana namlu doğrulttular, süngü tehditleri, dipçik darbeleri ile yataklarından kaldırdılar ve günlük elbiselerini giymelerine bile fırsat vermeden karakola götürdüler.

Ancak üç beş kişinin sığabileceği daracık nezarethânelere elleri, gözleri bağlı onlarca insanı doldurdular ve günlerce aç susuz bırakmaları yetmiyormuş gibi zarurî ihtiyaçlarını gidermelerine bile izin vermediler. Mecbur kalıp etrafı kirletenleri de bundan dolayı ayrıca ve daha şiddetli bir şekilde cezalandırmakla tehdit ettiler.

Bir yandan bu toplu eziyetler devam ederken, diğer yandan her birine sorgulama sırasında envâi çeşit işkenceler ettiler, hakaretâmiz sözler söylediler, falakaya yatırdılar, çeşitli psikolojik işkencelere maruz bıraktılar.

Menhus ruhlarının sadist salgılarını bu menfur mezâlimle teskin edemeyince maznunlara yiyecek bir şeyler getiren, arayıp soran akrabalarını veya haklarında hüsn-i şahadette bulunan arkadaşlarını da benzer muamelelerle hayattan bezdirdiler.

Bu zecrî tedbirlere, maddî mânevî işkencelere ve keyfî mahkûmiyet kararlarına mâni olmak için üst mercilere yapılan bütün müracaatlar karşılıksız kaldı, itirazlara cevap verilmedi, delillere, ispatlara, şahitlere itibar edilmedi.

Altı ay kadar devam eden Senirkent Faciası’nın her safhasında Dr. Tahsin Tola da vardı. Taşıdığı sıfatlardan korkup medenî cesaretinden çekindiklerinden onu nezarete atamadılar. Mahkemeye verdilerse de mahkûm ettiremediler.

Lâkin; melek mizaçlı munis bir insan olduğundan; kardeşlerine, akrabalarına, arkadaşlarına ve onlardan ayırmadığı masum insanlara revâ görülen kötü muamelelere karşı koymak için zelil insanlarla muhatap olmak zorunda kalması, ona en az içerdekilerin çektikleri kadar ağır geldi.

Bilhassa sabi denecek yaşta çocukların ve yetmişlik gazilerin bile aynı muamelelere tâbi tutulmaları karşısında sesini duyuracak bir merci bulamaması, masum insanların haklarını aramak istedikçe haksızlığa uğraması ve zulüm görmesi, hissettiği azabı dayanılmaz bir hâle getirmeye yetti.

Tahsin Bey bu gibi hezeyan hadiseleriyle boğuşurken, kendisini içlerinden biri sayıp hâlleriyle hâllendiği, dertlerini dert edinip sıkıntılarını giderdiği ve acılarını bölüşüp sevinçlerini paylaştığı köylüler defalarca yanına gelip yalvardılar.

“Emret, bir gecede o mel’unların dairelerini başlarına yıkıp canlarını Cehenneme gönderelim.”

Zahiren halim selim görünmelerine ve şahıslarına yapılan eziyetler karşısında mütehammil olmalarına rağmen; vatan, millet, din ve nâmus değerlerine müdahale edilmek istendiği zaman hepsinin birer aslan kesildiğini bilirdi.

Köylüler, zalimlere dünyayı dar edecek cesaret, güç ve imkâna sahip olduklarından, kendisi izin verdiği takdirde hemen harekete geçip söylediklerinin çok daha fazlasını yapacaklarından da emindi.

Fakat o, hadiseler karşısında tehevvüre kapılmayan bir fıtrata sahip olduğu ve henüz kendisini görmediği Said Nursî’nin eserlerinden, müsbet hareket etme dersi aldığı için, menfî yollara tevessül etmedi. Mel’unlara, meşrû yollarla mukabele etmeye karar verdi ve zalimlerin tehditlerine, baskılarına, zulümlerine rağmen; aylarca süren mücadeleler neticesinde maznunların suçsuzluğunu ispatladı.

Tahsin Tola’yı müstesnâ kılan bir başka hususîyeti de ondan sonra tezâhür etti. Köylülerin, kendilerine zulmeden zalimleri evlerinde ağırlamalarını istedi. Götürülürken karda mahsur kaldıklarını öğrenince de yardımına koştu.

Böylece, insanlığa örnek olacak güzel bir insanlık dersi vererek zalimi de, mazlûmu da insan olan korkunç bir fâciadan, milletin iftihar edeceği mükemmel bir zafer çıkardı. İnsanın ve insanlığın zaferi.

Hadiseye şahit olup hayran kalan Nureddin Topçu da bir yazısında, “Senirkent köylüleri gibi olunuz; size zulmeden candarmaları doyurunuz. Muvaffak olursunuz. Gandi dünyaya, Dr. Tola Anadolu insanına ruhunu tanıtmak istedi” 1 diyerek takdir hislerini ifade ettiği gibi fazilet mücadelesinde muvaffak oldu.

İnsana ruhunu tanıtmak!..

O günlerde memleket ve millet için yapılabilecek en isabetli hareketti bu. Çünkü milletin yaşadığı hayat şartları fâciadan farksızdı. Yıllardır çekilen yoksulluk, açlık, kıtlık ve salgın hastalıklarla iflâhı kesilen ahâli, en temel insan haklarından bile mahrum bırakılmasının yanı sıra devlet dairelerinde, karakollarda ve benzer yerlerde olmadık eziyetlere de maruz bırakılıyordu.

Bu handikabı aşıp mâkus tâlihi yenerek müreffeh bir millet meydana getirmenin yolu, Anadolu insanına ruhunu tanıtıp varlığının sebebi olan değerleri anlatmaktan ve milleti meydana getiren unsurların kaynaşmalarını sağlamaktan geçiyordu.

Medenî cesareti ile güçlenen insanî hasletleri sayesinde Senirkent sakinlerini, yaşadıkları fecî fâciadan kurtaran ve suçluların cezalarını, bizzat onları zulmetmeye zorlayan zalimlere verdiren Tahsin Bey, artık millet için de harekete geçmenin zamanının geldiğinin farkındaydı.

Nitekim çok geçmeden, milleti içine düştüğü zarûret hâllerinden kurtarmak isteyen Menderes ve arkadaşları Demokrat Parti’yi kurdular ve katıldıkları ilk demokratik seçimde halkın kahir ekseriyetinin reyleriyle iktidara geldiler.

Kurulduğu günden itibaren demokrasi kahramanları arasındaki yerini alan ve Sernirkent’te Demokrat Parti teşkilâtını kuran Tahsin Bey, bu sefer milleti ve devleti barıştırıp kaynaştırma misyonunu üslendi.

1950 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden 9. dönem Isparta milletvekili olarak meclise girdi. Mecliste milleti hakkıyla temsil etmeye çalıştığı için, ‘Sadece Mustafa Kemal için koruma kanunu çıkarılamaz’ diyerek birkaç arkadaşı ile birlikte, Atatürk’ü Koruma Kanunu’na muhalefet etti.

Bu demokratik hareketi, “Ben böyle bir kanunun meclisten geçeceğini tahmin etmiyordum. Böylesine antidemokratik bir kanunun çıkışına mani olmaya çalıştınız. Sizi tebrik ederim” diyen Başbakan Adnan Menderes tarafından takdir edildi. 2 

1954 yılında yapılan seçimleri de kazanan Tahsin Tola, meclisteki vekillik vazifesini aksatmadan, zamanının çoğunu halkın arasında geçirerek devlet-millet kaynaşmasında katalizör vazifesi görmeye çalıştı.

Bediüzzaman Said Nursî ile de ilk defa milletvekili sıfatını taşıdığı yıllarda görüştü. Önceden de onun Isparta’da olduğunu biliyor, eserlerini okuyor ve Risâle-i Nur’un intişarına hizmet ediyordu. Halk tarafından çok sevilmesinde, çalışmaları kadar Nurculuğunun da tesirinin olduğunu biliyor ve ilk fırsatta ziyaret etmek istiyordu. Milletvekili olunca bu ziyaretin şahsî bir istek olmaktan çıktığını, milletle devletin kaynaşmasına vesile olacak millî bir vazife, hatta vecibe hâline geldiğini düşünerek hemen Isparta’ya hareket etti. Said Nursî’ye yapacağı ziyaretin millî ve uhrevî bir mahiyet kazandığını hissedince hassasiyeti daha da arttığından abdest alarak kendisine mânevî yönden de çeki düzen verdi ve şapkasını çıkarıp odasına girdi.

Onun niyetini bilen ve hassasiyetine muhabbetle mukabele eden Bediüzzaman da şapka meselesinde verdiği fetvayı hatırlatarak hem o anda onun yaşadığı sıkıntıyı azalttı, hem de devletle milletin kaynaşmasında milletin üzerine düşeni yaptığını, sıranın devlete geldiğini ihsas etti.

Ondan sonra sıklaşan müteakip görüşmelerde Bediüzzaman ona hep Risâle-i Nur’u anlattı, neşredilmesinin ehemmiyetine dikkat çekti. Bu işi devletin yapmasının gerektiğini söyledi ve “Adnan Menderes’e selâm söyle. Risâle-i Nurlar’ı neşretsin” diyerek haber gönderdi.

Menderes ve Tola için tavzif mânâsı taşıyordu bu ifadeler. Verilen vazifeyi yerine getirmeyi, dine ve millete hizmet etme fırsatı olarak değerlendiren Tahsin Bey, Ankara’ya gidince Menderes’le görüştü ve Bediüzzaman’ın selâmını söyleyip talebini tebliğ etti.

Selâmı hürmet ve tazimle alıp talebini memnuniyetle kabul eden Menderes de kendisine döndü ve “Risâlelerin neşri için sizi vazifelendiriyorum. Hemen faaliyete geçin, Diyanet İşlerine gidip başkanla görüşün ve risâleleri neşredin” dedi.

Bunun üzerine hemen harekete geçen Tahsin Bey, Diyanet İşleri Başkanı ile yaptığı müteaddit görüşmelere ve ısrarlı teşebbüslere rağmen netice alamayınca olanları gelip Üstadına anlattı.

“Risâleleri biz neşredelim Üstadım” dedi ardından da.

Bediüzzaman bu talebi makul karşılayınca, Âtıf Ural, Said Özdemir, Mustafa Türkmenoğlu gibi Nur Talebelerinin gayretleriyle Risâle-i Nurlar devletin merkezinde serbestçe neşredilmeye başlandı.

Said Nursî de “Tahsin Tola’nın ehemmiyetli çalışmasıyla Sözler mecmuasının resmen Ankara’da tâb’ edilmesiyle hem âsâyişe, hem Demokrata, hem bu vatan ve millete yüz sene mebusluk etmek kadar fâidesi oldu” diyerek onun bu husustaki gayretlerini takdir etti.

Dr. Tahsin Bey, verilen her işi yaptığı hâlde kendisini, hedefine ulaşmış bir insan olarak görmüyor, devleti milletle kaynaştırma misyonunu gerçekleştirerek risâleleri bizzat devletin sahiplenip neşretmesini sağlamak istiyordu.

Mebus sıfatını taşımaya devam etmenin, bu millî idealini gerçekleştirmesini kolaylaştıracağını düşünerek 1957 seçimlerinde yeniden aday oldu. Parti idarecileri, onu Isparta yerine Bingöl’den aday gösterdikleri için seçilemedi.

Hazırlıkları hızlandırılan Altmış ihtilâlinin dehşetini mânen hissettiği, Halkçıların yaygaraları yüzünden hükümete de sesini duyuramadığı için o seçimde kazananları değil, kazanamayanları tebrik eden Said Nursî’nin; “Tahsin Tola’nın tekrar mebus olmasını istedim, tâ Nurlar’a hizmet etsin; fakat onun evvelki hizmeti kâfî geliyor. Kapıyı açmış, daha ihtiyaç kalmadı” ifadeleri onun için yegâne teselli kaynağı oldu.

Said Nursî ve eserleri sayesinde kazandığı bu vasfını, milletvekilliği yaptığı yıllarda müessir bir şekilde kullandı. Meclise giremeyince milletvekilliği sıfatını kaybetti ise de milletin vekili olma vasfını kaybetmedi. Yine bütün imkânları ile başı dara düşenlerin yardımına koştu.

Bediüzzaman’ın hizmetkârları, 1958 yılında Ankara Hapishanesi’ne atıldıklarında yanlarına ilk giden o oldu. Kendisi gibi hareketli ve heyecanlı bir fıtrata sahip olan arkadaşı Avukat Bekir Berk’in onların vekâletlerini almasını sağlayarak hem maznunlardın beraatine, hem de Bekir Beyin Said Nursî’yi ve Risâle-i Nurlar’ı tanımasına vesile oldu.

Zira, vekil sıfatı ile milleti temsil etmek millî bir mazhariyet olsa da yegâne şart değildi. Hatta o vasfı taşımadan hizmet etmek, millet nezdinde daha makbul ve muteberdi. Bu yüzden o, ihtilâlin kanlı ve karışık günleri geçip şartlar normale döndükten sonra da milletvekili olmaya teşebbüs etmedi.

Nur Talebeliği vasfını, milletvekilliği sıfatından çok daha muteber addeden Tahsin Beyin o sahada açmış olduğu kapı, bir daha hiç kapanmadı. O kapıdan giren başka Nur Talebeleri ve Nurlar’a dost insanlar, onun başlattığı mecliste Nurlar’ı temsil hizmetini kaldığı yerden devam ettirdiler.

Tahsin Tola, milletvekili olmadan önce faal bir Nur Talebesi idi. Milletvekilliği sırasında ve Meclis’ten ayrıldıktan sonra da Risâle-i Nurlar’la meşgul oldu ve sıfatı gibi ahvâli de nuranîleşti.

Devlet ona milletvekili sıfatını vermiş, millet ‘Kara melek’ demişti. Tahsin Beyse bu sıfatları Nurculuk vasfında mezcettiğinden, kendisinin hep Nur Talebesi olarak bilinip anılmasını istemişti.

Öyle de oldu.

Hayatı boyunca hep ‘melek fıtratlı Nurcu vekil’ olarak bilindi. 23 Mayıs 1983 tarihinde; aralarında Süleyman Demirel’in de bulunduğu milletvekili arkadaşlarından, Mustafa Sungur, Said Özdemir, Mehmed Kutlular, Osman Demirci gibi Nur Talebesi kardeşlerinden, vatandaşlarından ve melek yoldaşlarından müteşekkil, beş bin kişilik muazzam bir cemaat tarafından ruhlar âlemine teşyi edildi.

(İslâm Yaşar’ın “Nur Talebeleri” kitabından alınmıştır.)

Dipnotlar:

1- N. Topçu, Yarınki Türkiye, Yağmur Yayınları, İstanbul, s. 345. 2- Senirkent Gazetesi, Tahsin Tola özel eki, s. 9. 10. 3- Yeni Asya, 14 Mayıs 2009.

Okunma Sayısı: 2562
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı