Ruh ve beden gibi, maddî ve manevî unsurları bünyesinde barındıran insanoğlu, bir yandan maddî varlığının devamı için uğraşıp çabalarken, öte yandan ruhî gıdası olan dinî inanç duygusunu tatmin gayesiyle, bazen gökteki Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara; bazen de yeryüzündeki ateşe, hayvanlara ve kutsal saydığı bir takım varlıklara tapmıştır. İşte bu durum bize, insandaki inancın fıtrîliğini göstermektedir.
Kur’ân’da bildirdiğine göre; “Din yaratılışta vardır.” (Rum Sûresi, 30/30) “Her çocuk fıtrat üzere doğar, sonra ebeveyni onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yaparlar” (Buharî, Cenaiz 80, Tefsir 30/1, Kader) Hadisi Şerifi de, fıtrî olarak herkesin dinî duyguya sahip olduğunu göstermektedir. Günümüzde de ahiret inancı yüreklere hapsolmuş ve sadece kuru bir itikat olarak kalmıştır. Oysa sahabe, ahirete, kıyamete sanki bir saat sonra hatta “hemen, şimdi ve ansızın” geliverecekmiş şeklinde inanıyordu.
Yani ahiret, Peygamberimiz (asm) döneminde çok daha farklı algılanıyordu. Sahabeler dünya hayatını ahiret için yaşıyorlardı.
Bu zamanda ahirete inanmayan insanlar, Kur’ân’da emirlerine kendi penceresinden bakarak yorumluyor. İslâm diyor ki, “Allah rızası için yoksullara zekât ver.”
İnsan da şöyle diyor: “Hayır, veremem. Verirsem servetim azalır.”
İslâm diyor ki: “Her zaman doğru söyleyin, yalandan sakının. Her ne kadar doğrudan zarar görseniz veya yalandan kâr etseniz dahi.”
İnsanın cevabı şu oluyor: ‘Bana zararı dokunan ve yararı olmayan bir yalandan niye kaçınayım?”
Tenha bir yoldan geçerken yerde değerli bir şey görüldüğünde İslâm, ‘Bu senin malın değildir, bunu alma’ diye tembih eder.
İnsanın cevabı ise şu olur: “Beleş gelen bir şeyi niye bırakayım? Burada, polise haber verecek veya mahkemede şahitlik edecek kimse yok.”
Bediüzzaman Sözler adlı eserinde ahirete imanın sosyal ve şahsî hayatımız açısından ne kadar önemli olduğunu şöyle ifade eder: “Âhiret akidesi, hayat-ı içtimaiye ve şahsiye-i insaniyenin üssü’l-esası ve saadetinin ve kemalatının esasatı olduğuna, yüzer delillerden bir mikyas olarak, yalnız dört tanesine işaret edeceğiz...” (Sözler) diyerek bu ölçüleri izah eder.
Ahirete inanmak insanda çeşitli değerler oluşturur. Bu değerlerin başında Allah’a hesap verme inancı gelir. Dünya ve içindekilere bakış açısı daima bu çerçevede olur. Bu bakış açısının sonucunda en büyük ve güzel duygulardan biri olan “ahlak” insanda tezahür edecektir.