Halkın içinden gelen insanların halk için yapabileceklerinin sınırı yoktur.
Halkın hissiyatını bilen halkın ne istediğini de iyi bilir. Halkın arzu ve talebini yerine getirmeyi en önemli maksat kabul eder. Hiçbir engel kendisini bu emelinden geri koyamaz. Halkın isteklerinin olması kendi isteklerinin üstündedir. Hiçbir şahsi menfaati halkın menfaatinin önüne geçirmez. Kendi şahsına faydası bile olsa halka faydalı olmayanı tereddütsüz reddeder.
“Ben vilâyât-ı şarkiyede aşiretlerin hâl-i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki, dünyevî bir saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-i medeniye ile olacak. O fünunun da gayr-ı müteaffin bir mecrâsı ulema ve bir menbaı da medreseler olmak lâzımdır. Ta ulemâ-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin.” (Divan-ı Harb-i Örfî)
Şark aşiretlerinin perişan halinin nasıl giderileceğinin çözümünü yapan Bediüzzaman Said Nursi halk için derhâl faaliyete koyulur. İstanbul’a gelerek din ve fen ilimlerinin beraber okutulacağı bir eğitim projesi için çalışır. Ancak Zaptiye Nâzırının engellemesi nedeniyle padişahla görüşemez. Zaptiye Nâzırı aracılığı ile verilmek istenen maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmez ve reddeder. Halkın menfaatini şahsi menfaatleri için yok sayanlara güzel bir ders verir.
“Ben ki bir hamalın oğluyum. Bu kadar dünya bana müyesser iken kendi nefsimi hamal oğulluğundan ve fakr-ı hâlden çıkaramadım. Ve dünya ile kökleşemediğimden ve sevdiğim mevki olan vilâyât-ı şarkıyenin yüksek dağlarını terk etmekle millet için tımarhaneye, tevkifhaneye ve Meşrutiyet zamanında işkenceli hapishaneye...” (Divan-ı Harb-i Örfî) girmeyi göze alan Bediüzzaman Said Nursi bir hamal oğlu olarak millet için başlattığı mücadelesinde hep halk için yaşamanın en müstesna örneği olmuştur.
Halkı unutarak sırt dönenler onu anlamakta hep zorlanmıştır. Millet için olmak hakikati ancak Bediüzzaman Said Nursi ile anlaşılabilir.