Nurlar’daki hak ve hakikatlara ayine olmak, onları hal dilimizle dışarıya yansıtmak, hal ve davranışlarımızla oradaki özelliklerin güzelliklerin ilâncısı olup, teşhir etmek her bir Nur Talebesinin önemli ve öncelikli vazifesidir.
Elden geldiği kadar oradaki ölçü ve prensipler istikametinde, tavır ve duruş sergilemenin gayretinde olmanın da hadimlerin öncelikli vazifeleri içindedir.
Dile getirmenin kolay; hayatımıza geçirip, uygulamanın o kadar kolay bir iş olmadığını elbette biliyorum. Lâkin hakikî hadimlerin her zaman ve her şart altında zor olana talip olup, onun üstesinden gelmekten başka çarelerinin bulunmadığını da unutmamak gerek.
Bediüzzaman gibi bir dahiye, onun gibi bir din büyüğüne lâyıkıyla talebe olmanın zorluğunu izaha, ifadeye elbette gerek yok. Hüve hüvesine, Nurlar’daki bütün hak ve hakikatları, ölçü ve düsturları anlamak, daha da önemlisi hayarımıza geçirip, onlara ayine olmak elbette her Nur Talebesine nasip olacak bir iş değildir. Eserleri kendi malı bilip, onları ciddî manada sahiplenmek, onları tebliğ ve neşretmeyi hayatının en birinci gayesi yapmak, her Nur Talebesinin üstesinden gelip, başarılı olacağı bir meşgale olmadığını unutmamak lâzım.
Daha da önemlisi Nurlar’a perde olmamak, bu kudsî hizmetlere, ulvî dâvâya zarar vermemek... Söz ve beyanlarımızla, hal ve tavırlarımızla Nurlar’daki hak ve hakikatlara gölge olmamak, onun intişarına, neşv-ü nemasına mani olmamak... Üstad Bediüzzaman’ın eşsiz fikir ve düşüncelerine şüphe düşürüp perde olmamak.. Onun asırlara ışık tutan, imanî, içtimaî, siyasî bütün şüphe, sıkıntı ve problemlere deva ve çare olan ikaz, tavsiye ve manevî reçetelerini olduğu gibi, şeffaf bir şekilde muhtaç gönüllere sunabilmek...
Bu konuda adeta kılı kırk yararak Nurlar’ın hepsine, hiçbir ayırıma girmeden, muhatap olup, doğru okuyup, doğru anlayıp, sonrasında hal diliyle yaşantımıza geçirip, onlarla amel etmenin önemini hemen her hadimin malûmu olduğu bilinen bir hakikattır.
Doğru bildiğimiz yanlışlarımızı bir kenara koyarak, doğrudan Nurlar’daki ölçü ve prensipler istikametinde her konudaki karar ve tercihlerde bulunmak mensubu olduğumuz ulvî dâvânın bir gereğidir.
Böyle yapmayıp, uzun süredir maalesef şahit olduğumuz gibi, kafa karışıklıklarına girerek, “O zaman öyle idi, şimdi böyle. Üstad şimdi olsaydı o da bizim gibi tercihte bulunurdu” diyerek Üstadın asırları aydınlatan tavsiye, ikaz, ölçü ve prensiplerini kulak ardı ederek; satırdan değil, sadırdan lâf-ü güzafta bulunmak, Bediüzzaman’ı rehber ittihaz eden hiçbir hadimin işi olamaz, olmamalı.