Öğretmen olacağım hevesiyle çocukluk yaşımda ailemden, meftun olduğum çevremden ayrılıp altı yıl boyunca gurbetin o acı hüzünlü yıllarına katlanarak Akçadağ İlköğretmen Okulu’nu mekân edinmiştim.
Çocuk yaşta gurbetin o hırkatli, firkatli ayrılıklarına dayanabilmek zor olsa da neticesinde her zaman hayal ettiğim öğretmenlik gibi sevdiğim bir mesleğe er geç sahip olacağımı düşündükçe gurbetin verdiği hüzünlere ilâve olarak karşılaştığım hemen bütün zorluklar ve meşakkatlere katlanmayı severek göze alıyordum.
Amiyane de olsa ailemden aldığım dinî bilgiler, ahlâkî eğitim ve terbiye belki de o zamanlar manevî tahribatın asgarî düzeyde olmasının avantajıyla haramlara karşı az da olsa kendimi koruyabiliyordum.
Gerektiği şekilde dinî vecibelerimi yerine getirememekle beraber, her zaman elbise dolabında bulundurduğum Kur’ân’ımı zaman buldukça okuduğum için yarım yamalak bu yaşantıma şahit olan arkadaşlarım bana tam dindar manasına gelen “sofi” lâkabını takmışlardı.
Ama arkadaşlarım bana her ne kadar o gözle baksalar da ben her zaman içimdeki o manevî boşluğu derinden hissedip, hata ve kusurlarımın verdiği huzursuzluğunu yaşıyor ve manevî huzur ve sürura ulaşmak için devamlı bir arayış içinde idim.
İnkilâp ve ilkelerin Millî Eğitim müfredatının ablukası altında olduğu, hemen bütün derslerin Kemalizmin fikir ve düşüncelerinin istilâsı altında olduğu bir sistemden, bir tezgâhdan geçen bir insanın ne derece manevî aşınmalara, darbelere düçar olduğunu her halde tahmin edersiniz.
Şimdiki manevî yozlaşmalarla, ahlâkî aşınmalarla kıyas edilmeyecek derecede manevî tahribatlar az olmakla beraber, kendimizi yetiştirmek için, takviye imkân ve ortamlarının da olmaması elimi kolumu bağlıyordu.
Dediğim gibi ailemden ve dindar olan çevremden edindiğim dinî bilgilerle kendimi muhafaza etmeye çalışıyordum.
Bediüzzaman Said Nursî ismini menfi manada duymuştum. Onu isyan eden ve haşa ayrı bir inanç için çalışan kişi olarak tanıtmışlardı. Nurcuları da bu anlayışla onun arkasından giden tehlikeli insanlar olarak görüyordum maalesef.
Dolayısıyla Said Nursî isminden de Nurcular’dan da çekiniyordum.
Okulumu bitirip, hayal ettiğim öğretmenlik mesleğine başladıktan yaklaşık iki-üç yıl sonra yani altmış yedi altmış sekiz yıllarında bu emsalsiz ve harika Nur eserleriyle tanışınca yıllarca bilmeden şüphe ile baktığım Bediüzzaman’ın nasıl da hakikî bir İslâm kahramanı, nasıl bir müçtehit olduğunu ve müntesipleri olan Nur Talebelerinin de tek kelime ile memleketin en güzide, en feyizli, en faziletli örnek insanlar olduklarını öğrenmiş oldum.