Kuru bir tasdikten ibaret olan inançtan değil, kalbe ilka edilmiş nûr olan imandan bahsetmek aynı zamanda ebedî saadetten bahsetmek anlamına geliyor. Çünkü böyle bir iman, sahibine dünyada bir iç huzuru, bir saadet kazandırdığı gibi, ötede de ebedî mutluluk, sonsuz saadet kazandırıyor. Kur’ân-ı Kerîmde “muhakkak ki mü'minler kurtuluşa ermiştir” (Mü'minûn, 23/1) âyeti de buna işaret ediyor.
Bu noktada, insana dünya hayatında temin ettiği saadetten başka ahirette nihayetsiz bir huzur, kurtuluş, Cennet kazandıran iman nûrunun nasıl elde edileceği sorusu büyük önem taşıyor. İman nûrunun bir taraftan kulun inanma istikametinde ortaya koyduğu irade; bir tarafta da bu iradeye Allah’ın mukabele etmesiyle ilgili olduğunu unutmamak gerekiyor. Ancak kulun samimî olarak böyle bir irade ortaya koyması halinde Allah’ın “iman veren” anlamında “mü'min” ismi ile buna olumlu mukabele edeceğinde hiçbir şüphe bulunmuyor.
Bu durumda, kulun önce böyle bir imana talip olması, bunu samimî olarak irade etmesi, bunun gerektirdiği sorgulamayı yapması yahut yapmaya çalışması gerekiyor. Başka bir ifadeyle “iman nûru” aileden, çevreden, okuldan tevarüs edilerek alınan ya da elde edilen bir şey değil, aksine talip olarak, irade edilerek, sorgulanarak, araştırılarak ulaşılması gereken bir süreç olarak görünüyor.
Said Nursî, eserlerinde bu inanca “tahkiki iman” diyor. Yani araştırarak, sorgulayarak, inceleyerek kabul edilen bir iman. Bu bağlamda tahkiki iman ile iman nûru arasındaki ilişki kendiliğinden anlaşılır olmaya başlıyor. İmanını böyle bir sürece bağlı olarak gerçekleştiren ve sürekli olarak da bu süreci takip etmeye çalışan bir kimse, kesinlikle ilâhî bir icabet ile karşılık görüyor ve iman nûrunu elde ediyor.
Tahkiki imanı elde etmede Said Nursî, temelde iki yol bulunduğunu söylüyor. Bunlardan birisini “velâyet-i kâmile ile keşif ve şuhûd ile hakikate yetişmek” olarak açıklıyor ve bunun çok özel insanlara has olduğunu belirtiyor. İkincisini ise “bürhanî ve Kur’ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla hakkalyakîn derecesinde… iman hakikatlerini tasdik etmek” şeklinde ifade ediyor. Kendisinin eselerinde takip ettiği yolunda bu olduğuna işaret ediyor.
Buradan hareketle, aidiyet hesabı çağrışımına yer vermeksizin, samimî bir şekilde, tahkikî imanı elde etme yolu olarak Risale-i Nur’un okunması ve anlaşılması tavsiyesinde bulunmak gerekiyor.
Sonuç olarak tahkiki imanı elde etmek, bize bakan boyutuyla büyük bir emek istiyor. Samimî bir irade gerektiriyor. Sürekli olarak insaniyetimizle sorgulama ve araştırmaya dayalı bir çabanın içinde bulunmayı icap ettiriyor.
Ne mutlu bu çabayı gösterebilenlere!