"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ay ışığında teheccüd

İrfan Süleymanoğlu
11 Şubat 2018, Pazar
Eşi onu madden bırakıp ebedî saadetgâhında beklemeye başlayalı yaklaşık üç yıl olmuştu.

Bir akşam namazından sonra, sofra hazırlarken mahallenin camisinden gelen birkaç kişi onun cansız cesedini getirmişlerdi. Tam da farza başlayacakken olduğu yere yığılıp kalmıştı. Onsuz geçen yıllarda tek tesellisi ibadetleri idi.

Her gece teheccüd namazına kalkmak için azamî gayret sarf eder sessizce namazını kılar, duâsını yapardı. Sabah namazını da kılar, tesbihatını yapar; güneşin doğuşunu bekler; kırk beş dakika geçince de işrak namazını kılar ve eğer ihtiyaç duyarsa ondan sonra bir miktar uyurdu. Mahallede herkes ona yaşına rağmen dinçliğini belirtmek için “ibadet dirisi” derlerdi.

Her günkü gibi o gün de uyanıp yatağından yavaşça doğruldu. Duâsını yaptı. Besmele çekip alışık olduğu üzere abdest almak için hazırlığa başladı. Ay bedir halinde, perdesi açık salon penceresinden odaya akıyordu sanki. Akşamdan kaldırmadığı namazlığı da ay ışığının seylabında bir “ilâhî makam edasıyla yansımaktaydı. “Gökyüzü bulutsuz, Ay bedir; sen rahmet etmezsen Ya Rabbi benim halim nicedir?” dedi kendi kendine namaza hazırlanırken. Pencereden Ay’a baktı, pırıl pırıl parıldıyordu, bu gün bir başka idi Ay’ın ışığı, ya da ona öyle gelmişti.

Ay denilince hep eşi aklına gelirdi nedense. Belki de Muhakematta hoşuna gittiği için tekraren okuduğu “Hılkat denilen şeriat-ı fıtriye meczub ve misafir olan küre-i arza farzetmiştir ki: Şemse iktida eden yıldızların safında durmak, şüzuz etmemek… Zira zemin zevciyle beraber “eteyna taiîn - isteyerek geldik demişlerdir…” (Fussilet: 11) cümlesinin tasviri ve tesiriyle olsa gerekti. İçini bir ferahlık kapladı, “Elhamdülillahi külli halin sive’l- küfrü ve’d-dalal – Küfür ve dalâlet haricinde her hal üzere elhamdülillah” dedi.

Hazırlığını tamamlayıp niyet etti ve teheccüd namazına tekbir alarak başladı. Gerçekten ay ışığının taşkınlığından mı, yoksa ona mı öyle geliyordu; odanın daha da aydınlandığını hissetti. Birinci rekâtta Yasin Sûresi’nin 39 ve 40. Âyetlerini; “Ve ay, kurumuş hurma salkımı dalı gibi bir şekil (bedir şeklinden hilâl) haline dönünceye kadar ona menziller takdir ettik. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir…”okudu. Ay’ın bedir halinden etkilendiği için zammı sûre olarak Ay’la ilgili âyetleri okumak içinden gelmişti.

Birinci rekâtı huşu ile kıldı. İkinci rekâta kalktı. Bu kez de namaza başlamadan önce tahattur ettiği, göklerin ve yer yüzünün itaatını anlatan, Fussilet Sûresi’nin 11. Âyetini okudu. “Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne isteyerek veya istemeyerek gelin dedi. İkisi de isteyerek geldik dediler…” “Biz de isteyerek geldik ve itaat ettik…” diye kalbinden geçti. “Biz de!... İsyankârlardan olmamak için rahmet ve inayetini bize muzahir eyledin…”

Secdeye gitti. “Sübhane rabbiyel â’lâ” dedi… İkinci ‘Sübhane rabbiyel â’lâ’ da secde mahalli yer değil de Ay olmuştu. Dünya’nın zevci olan Ay; zevcesi olan Dünya ile birlikte “Sübhane rabbiyel â’lâ” diyordu. İkinci ‘Sübhanerabbiyel â’lâ’yı Ay ve Dünya ile birlikte söyledi. Tesbihatları sonsuzlukta sonsuzca yankılandı… Üçüncü ‘Sübhane rabbiyel â’lâ’ da eşinin sesini işitti. O da “Sübhanerabbiyel â’lâ” diyordu. Birinci secde ile ikinci secde arasında Kâbe-i muallayı gördü. Bir ‘amud-u nuranî’ olarak arşa yükseliyordu. Eşi de kendisi de ona doğru dönmüşlerdi. İlâhî bir çift olan Ay ve Yer ile birlikte baş döndürücü bir hızla meczup Mevlevî gibi dönüyorlardı. Kâbe dönüyor, eşiyle birlikte kendisi dönüyor, yer yüzü zevci olan Ay’la birlikte dönüyor… Ve bütün varlık âlemi dönüyordu… İkinci secdeye gittiğinde hep birlikte “Sübhane rabbiyel â’lâ! Sübhane rabbiyel â’lâ! Sübhane rabbiyel â’lâ!...” diyorlardı.

Kâinatın bütün çiftleri tesbih ediyordu. Yıldızlar, aylar güneşler, atomlar, moleküller, canlılar, cansızlar çift çift; bütün çiftler, “Biz her şeyi çift yarattık…” (Zariyat: 49) âyetine masadak olarak. Bu namaz, bitmesindi… Ta kıyamete kadar, hatta Rü’yetullah’a kadar. O ne sürurdu?.. Evet o sürur, bu hal üzere yaşanılan hayatının, nasıl yaşanılmışsa öyle devam edecek boyutuydu belki de…

İki Melek birbirine baktı melekçe; ve melekçe konuştular… Sualler belli, na- maz bittiğinde verilecek cevap belliydi. Endişeye de mahal yoktu…. 

Onlar sonsuz saadetin vesikasını takdim etmek için oradaydılar.

Okunma Sayısı: 3265
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı