"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir Kadir Gecesi idi...

İrfan Süleymanoğlu
01 Haziran 2019, Cumartesi 00:02
O yıl ilkokul ikinci sınıfa geçmişti.

Yaz tatilini doyasıya yaşamakla meşguldü. Arkadaşlarıyla oynarken, oyunun en tatlı sırasında annesi tarafından çağrılmak canını sıkmışsa da, annesini kırmamak için oyunu bırakıp eve doğru isteksizce koştu. Evde annesinin misafirleri vardı. Odaya girmeden annesine geldiğini belirtmek için seslenip kapının arkasına oturdu, beklemeye başladı. İçerdeki misafirlerin hararetli bir sohbette oldukları anlaşılıyordu.

Beklerken içerde anlatılanlara ister istemez kulak misafiri olmuştu. Kur’ân’ın dünya semasına indirildiği, sayısız Meleklerin yeryüzüne indiği, yapılan ibadetlerin seksen sene nafile ibadet etmekten daha hayırlı olduğu bir geceden bahsediyorlardı. O gece Kadir Gecesi imiş. Geceyi ibadetle geçirenler o gecenin nurunu görebilirlermiş. Aslında o nurlar yeryüzüne inen meleklerin kanatlarının nurları imiş…

Bir ara annesi söze girip yan bahçe komşusunun yıllar önce o nuru gördüğünden bahsetti. Annesine seslenip tekrar geldiğini belirtecekken vazgeçip merakla dinlemeye başladı. Güya Kadir Gecesi’ni ibadetle geçiren komşu gece bir vesileyle evinden bahçeye çıktığında bahçe duvarının üzerinden, semadan o nurların indiğini görmüşmüş…

Dikkatini çekse de pek bir şey anlamamıştı. “Mahiyetini bilmiyorum, ama önemli bir gece demek ki.” diye düşündü ve geldiğini belirtmek için içeriye tekrar seslendi. Annesi küçük bir sepet getirerek yaz sonlarında meyvesi olgunlaşan bahçedeki bir erik ağacını tarif etti. Olgunlaşmış eriklerden sepete toplayıp getirmesini tembihledi.

Ramazan ayı idi. Şimdi hatırladığına göre büyük kısmı Ağustosa tekabül etmişti o yıl. Anladığı kadarıyla erikler misafirlere ikram edilecekti. Elbette oruçluyken yemeyeceklerdi, iftarlıktı. Koşarak tarif edilen erik ağacının yanına gitti. Çok güzel gözüküyordu erikler. Hemen alçak bir dala çıktı. Sepeti de dallardan birisine astı. Olgunlarından toplamaya başladı. Bir taraftan da yiyordu.

Henüz oruca başlamamıştı. Bu yıl bayram arefesi günü tutacak ve gelecek yıl ise tamamını tutacaktı. “Demek bu gün gecelerden bir Kadir Gecesi, gece ibadet edilmesi gerekiyor, ben de iki rekât namaz kılarım, sonra yatarım.” diye düşündü. Zaten namaz kılmaya da yeni başlamıştı. Annesi namazın önemini o kadar etkili anlatmıştı ki, namazını hiç bırakmayacağına dair söz vermişti.

Erik ağacı bahçe duvarına yakındı. Kadir Gecesi’nin nurunu gördüğü söylenen komşunun bahçesi ve evi de işte bitişikteydi. Gerçi şimdi torunları oturmaktaydı orada. Belki de bu duvarın üzerinde görmüştü Kadir Gecesi’nin nurunu.

Bir taraftan bunları düşünmüş diğer taraftan sepeti ve midesini eriklerle doldurmuştu. Yavaşça ağaçtan indi ve erikleri eve götürüp annesine verdi.

Zihninde Kadir Gecesi’nin Nuru, erik ağacı ve o duvar bütünleşmiş ve yıllar yılı bahçede oraya geldiğinde, o ağaçtan erik yediğinde ve her Kadir Gecesi’nde o gün dinlediklerini ve Kadir Gecesi’nin nurunu hatırladı.

Evet, otuz yıla yakın bir zaman geçmişti ve yine bir Ramazan günüydü. Akşam bir Kadir Gecesi idrak edilecekti. Yaşlanmış erik ağacı yeni çiçekten çıkmıştı. Bir elinde Risalesi diğer elinde sergi, günlük okumasını yapmak için müsait bir zemin ararken erik ağacının altına geldi. Erik topladığı o gün, o Kadir Gecesi günü gözlerinin önüne geldi. Ayakta durdu, biraz hüzünle zihninde o gün duydukları tekrar canlandı. Annesinin misafirlerinden hiç birisi şu anda dünyada değillerdi, annesi dâhil. Hepsine rahmet okudu ve bir Fatiha ile ruhlarının şad olup makamlarının Cennet olmasını diledi.

Kadir Gecesi’nin hürmetine, o günün hatırasını zihninde biraz canlandırmak hem de kitabını okumak için sergiyi serdi. Sırtını ağacın gövdesine dayayıp komşunun bahçesinden tarafa dönüp oturdu. Gözlerini bir müddet kapattı. Bahçe duvarı eski sağlamlığını kaybetmiş ve yer yer taşları düşmüştü. O geceyi ve duvarın arkasındaki bahçesinde o komşuyu tahayyül etti. Gökten gecenin bir yarısında duvarın üzerinden bahçeye doğru ışık yağmuru şeklinde nurların yağdığını tasavvur etti. Kadir Gecesi erik ağacı ve o duvar bütünlüğü içinde tek eksik olan eriklerin olgunlaşmayıp henüz çiçekten yeni çıkmış olmasıydı. Ha bir de fazladan yaklaşık otuz yıllık bir geçmiş vardı.

“Acaba, acaba!” dedi kendi kendine. “Acaba böyle bir şey mümkün mü, görülebilir mi?” Tereddütlerini “Niçin olmasın? Allah dilerse olur da, istediği kuluna gösterir de…” diyerek giderdi. Sonra da kitaptan kaldığı yeri açtı ve okumaya başladı:

“Evet, Risale-i Nur’un bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası, her şeyin fevkindedir, başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor.

Birinci neticesi: Sadâkat ve kanaatle Risale-i Nur dairesine giren, imanla kabre gireceğine gayet kuvvetli senetler var.

İkinci neticesi: Risale-i Nur dairesinde, ihtiyarımız olmadan, haberimiz yokken takarrür ve tahakkuk eden şirket-i maneviye-i uhreviye cihetiyle her bir hakikî sadık şakirdi; binler diller ile kalpler ile duâ etmek ve bazı melaike gibi kırk bin lisan ile tesbih etmektir. Ve Ramazan-ı Şerifteki hakikat-i Leyle-i Kadir gibi kutsî ve ulvî hakikatleri, yüz bin el ile aramaktır.”

“Tevafuka bak!” dedi kendi kendine. Heyecanlanmıştı. Bir hoş olmuştu. ‘Şirket-i maneviye-i uhreviye’nin sadâkatli bir uzvu olmak melekî bir vasıf kazandırıyordu demek ki. O gecede inen kanatları nurdan melekler gibi kırk bin lisanla tesbih ediyordu; aynı şu anda sırtını dayadığı erik ağacı gibi. Başta Kadir Gecesi olmak üzere kudsî, ulvî hakikatler bu melekî vasıfla yüz bin dil ile aranabiliyordu.

Okumaya devam etti: “İşte bu gibi netice içindir ki; Risale-i Nur Şâkirtleri hizmet-i nuriyeyi velâyet makamına tercih eder; keşif ve kerâmâtı aramaz ve ahiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz ve vazife-i İlâhiye olan muvaffakiyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstahak oldukları şan ü şeref ve ezvâk ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmaz ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen muhlisen çalışırlar, ‘Vazifemiz hizmettir. O yeter.’ derler.” İla ahir… (Kastamonu Lâhikası)

Evet, bir tevafuk yaşamıştı. Kadir Gecesi’ni idrak etmeye hazırlanılan o gün, erik ağacı o duvar ve nur bütünlüğü içerisinde, kendisine sanki bir mesaj iletilmekteydi. Kadir Gecesi ihya edildiğinde ille de o Nuru ya da Nurları yağarken görmeye gerek kalmamıştı. İşte ‘Nur’ elindeydi, ona dokunuyor, terennüm ve teneffüs ediyordu. O ‘Nuru’ karşılamak için gece ya da gündüzü beklemeye gerek yoktu. O gece ve gündüzlerin halis niyetle ve ubudiyet şuuruyla değerlendirilmesine gerek vardı. ‘Şirket-i maneviye-i uhreviye’nin sadâkatli ve basiretli bir uzvu olmakla o ‘Nurlar’ ‘kerâmetvâri’ bir şekilde, bir kez değil biteviye görünürdü. Nurlu ve müjdeli bir mesaj almıştı.

O gece, gecelerden en hayırlısı, bir Kadir Gecesi’ydi ve sabaha kadar Kur’ân’la birlikte Risale-i Nur okumaya karar verdi ve “Elhamdulillahi külli halin sive’l-küfrü ve’d-dalal” dedi.

Okunma Sayısı: 2474
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı