Bediüzzaman’ın “iki şeriattan biri” deyip “şeriat-ı fıtriye” diye isimlendirdiği âdetullah kanunlarının sosyal, toplumsal, kamusal alana ilişkin olanları ile örfî hukuk arasındaki bağlantıyı irdelemek lâzım ki, mesele iyice netleşsin.
İşin özü, köy hayatı ile şehir düzeni, kabile toplumu ile devlet sistemi arasındaki farkta. Hayat şartlarının basit, insanlar arası ilişkilerin sade olduğu yerel toplumlarla, devlet düzeni altında şehirleşmiş medenî toplumların ihtiyaçları aynı olamaz. Hele çağımızdaki gibi, millî sınırların adeta kalktığı, dünyanın “küresel köy”e dönüştüğü bir insanlık tablosu çok daha farklı...
Müslümanların fikir, ilim ve teknolojide öncü olduğu altın çağlarda fıkıh, geliştikleri toplumların yapısına göre şekillenen dört mezhepte ifadesini buldu. Mezhep imamlarının içtihatları, sonraki asırlara da ışık tutacak temel esasları belirledi. Bilâhare gelen fıkıh âlimleri, bu esaslar çerçevesinde yaptıkları içtihatlar ve verdikleri fetvalarla, Müslümanlara yol gösterdiler. Hayatın akışı içinde beliren ihtiyaç ve sorunlar bir yere kadar bunlarla çözüldü.
Ama her alanda ilim ve fenlerin inkişafıyla yeni uzmanlık alanlarının ortaya çıkması, teknolojinin gelişmesi, sınır aşan ekonomik ve ticarî ilişkilerin yoğunlaşması, iletişim ve ulaşımın yaygınlaşması, önceki devirlerde hiç olmayan farklı meseleleri gündeme getirdi. İslâm âleminin fikir ve ilimde önce durgunlaşıp sonra gerilemesi, değişen şartlara göre kendisini yenileyememesi, kâinat kitabını okuyamaz ve bu sebeple Kur’ân’ı da doğru anlayamaz hale gelmesi, fıkıh ilmini de durağanlaştırdı.
Haddizatında dört mezhebin içtihatları, Said Nursî’nin ifadesiyle “bütün zamanlara dar gelmeyen” bir genişliğe sahip. Yine Üstada göre, meşrûtiyetin temel prensiplerini “sarahaten, iznen ve zımnen” dört mezhepten çıkarmak mümkün. Özellikle Fatih kanunnameleri ile açılan örfî hukuk kanalının yine şeyhülislâm fetvası ile devreye girmesi dahi, aradaki bütünlüğün ve fıkıhtaki dinamizmin tezahürü değil mi?
Ne var ki, zaman içinde bu dinamizm kaybedildi, özellikle kamu ve ticaret hukukunda yeni ihtiyaçlara klâsik anlayış ve yöntemlerle cevap verilemez hale gelindi. Örfî hukuktan laik hukuka böyle geçildi…