Fotoğraf sanatçısı Celalettin Güneş’le fotoğraf sanatı hakkında konuştuk. Güneş, “Fotoğraf sanatçısı çektiğini görür” tesbitini, “Aslında bu, fotoğrafa sanat katanlar ile fotoğrafı iş amaçlı yapanları belki en temelde ayrıştıran bir ifade” olarak yorumluyor.
Celalettin Güneş kimdir, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
K. Maraş’ta doğdum, Bursa’da İktisat okudum, İstanbul’da yaşıyorum.
Ne zamandan bu yana ânı yakalıyorsunuz?
Ân’ı yakalamak çocukluktan bu yana süregelen bir macera. Ama bunu bir fotoğraf makinası aracılığı ile dondurur hale gelme işi yaklaşık yirmi yılı buluyor. Öğrencilik yıllarımda bir makinaya sahip olmak öyle kolay bir iş değildi. Elime geçen bütün güzel görselleri; fotoğraf, çizim, renk ne olursa, keser biriktirirdim. Sahaf ve sergilerden sırf güzel fotoğrafları için aldığım epey bir dergi kitap olmuştur.
Etkilendiğiniz bir fotoğraf sanatçısı var mı?
Aslında her sanatçı kendi döneminin, kültürel birikiminin ve bakış açısının harmanlandığı şiiri yazıyor çektikleri ile. Türkiye’de ve dünyada ilk yola çıkanların avantajı da zorlukları da çok farklı ve zengin elbette. Hayranlıkla izlediğim yerli ve yabancı sanatçılar var. Orijinal tarz ve anlatım dili olan eserler ehlince fark ediliyor zaten.
Hiç kişisel serginizi açmayı düşündünüz mü?
Değişen ve hızlanan hayat tarzı, artık vazgeçilmezimiz olan internet ve sunduğu imkânlar salonlardan, galerilerden çok daha fazlasını vaat ediyor. Otuz fotoğrafı karta basıp bir salona asmak ve bir hafta bekletmek “sanatçı” olabilmenin önşartı olmamalı. Bu yüzden sergi açmayı hiç düşünmedim. Ama bunun gereksiz olduğunu da savunmuyorum elbette ya da hiç sergi açmayacağımı. İnternet üzerinde çeşitli mecralarda paylaştığım fotoğrafları hergün on binden fazla insan ziyaret ediyor. Fotoğraf “kâr getiren” ve geçimimi sağladığım bir iş olmadı ve bu gözle bakmadım hiç. Bunun, bakış açısı ve sanat kaygısı açısından önemi ve rahatlığı büyük elbette.
Ödüllendirilen fotoğrafınız oldu mu?
Yarışmalara katılmıyorum prensip olarak. Yarışmaların faydasız şeyler olduğunu belirtmesem de kriterlerin ve sürecin çok steril işlemediğini gördüğüm ve bildiğim için uzak durmayı tercih ettim. Günümüzde ciddiye alınmak için ödül almanın, sergi açmanın, yayınlara katılmanın öneminin farkında biri olarak söylüyorum bunları. Derdim, adımın bir yerlere yazılması olmadı hiç. Fotoğraf benim için güçlü bir ifade dili olarak kalacak uğraştığım sürece.
Teknik ve felsefi açıdan geçmişten bu güne fotoğraf sanatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fotoğraf sanatı uygulama ve alan türleri açısından bir çok alt başlık altında incelenebilir; Haber, reklâm, belgesel, an kareleri, sanat fotoğrafçılığı, kurgu, vs. ama hepsinde de farklı bir tad, ifade gücü ve etkiden söz etmek mümkün. Her fotoğrafın kendi mecrasınca bir görsel ifade gücü mevcuttur. Fotoğrafı iyi ya da kötü yapan da bu ifadece gücündeki etkidir çoğu zaman. Özellikle çağımızda her şey daha hızlı ve dinamik hallediliyor. Okumak yerine, görmek, dinlemek, seyretmek istiyor insanlar. Hoşumuza gitse de gitmese de göze ve kulağa hitabeden aktarıcılar daha çok ilgi görüyor. Kitap okumak daha zor ve fedakârlık gerektiren bir uğraş oldu. Dolayısı ile fotoğrafa eskisinden daha çok iş düşüyor. Dikkat ederseniz bütün yayınlar fotoğrafa yer açmayı tercih ediyorlar sayfalarında, sitelerinde. Hatta çoğu gazetenin web sitesinde artık fotoğraf galerileri köşe yazarlarından daha çok ilgi çekmeye başladı. Fotoğraf sanatının etkili bir anlatım dili var. Bazen bir kare sayfalar dolusu yazının anlatacağını bir bakışla aktarır.
Filmli ve analog makinelerin olduğu döneme yetiştiniz mi bilmiyorum. O zamanları gördüyseniz hangisi daha zevkli?
Ansel Adams der ki; “Fotoğraf makinasının en önemli aparatı on santim gerisinde durandır.” Ve bizden bir usta Ara Güler de “En iyi makina en iyi fotoğrafı çekseydi en iyi daktiloya sahip olan da en iyi romanı yazardı” der. Bu iki cümle çok şeyi açıklıyor aslında. Fotoğrafı çeken hemen makinanın on santim gerisinde duran göz ve onun bağlı olduğu beyindir. İnsandır özetle. Gerisi bunun daha iyi, daha kolay veya daha güzel olmasına yardımcı olur. İlk makinem kısıtlı bütçem ile pazardan aldığım bir Zetin 122 idi. O dönemin tadı elbette farklıydı. Çektiğiniz karenin sonucunu heyecanla beklemek, nasıl olduğunu merak ederek film şeritlerini doldurmak meraklısı için şiirsel bir lezzet taşıyordu elbette. Bir hatıramı aktarayım: Memleketten dayılarım geldi. Birlikte İstanbul kazan biz kepçe geziyoruz. Sabah çıkarken filmi taktım makinaya. Emirgan’dan, Yıldız Parkına, Tarihî Yarımada’dan Taksim’e gezdik akşama kadar. Çok güzel mekânlarda fotoğraflarını çektim. Güzel anlar yakaladım. Ağzım kulaklarımda tabir yerindeyse. Akşam dönüşte, vapurda fark ettim ki film nasıl olmuşsa dişliden kurtulmuş ve olduğu gibi duruyor. Güzel bir hatıra kazanmış, ama onca pozu kaybetmiştim. Bazı arkadaşlar uzun süre direndiler dijitale geçmemek için. Sanki sanat sadece analog makinelerde ve karanlık odada yapılırmış gibi. Oysaki her yeni teknoloji öncekini bitirir. Mesele ân’ı neyle yakaladığınız değil, ne yakaladığınızdır. Bu tartışmaların sonu gelmez. Şimdi de fotoğraf yazılımları ile fotoğrafı bambaşka bir hale getiriyorlar meselâ. Aşırı bir manipülasyon merakı var. Son dönemde fotoğraf ile grafik sanatlar çok iç içe geçti. Aşırı müdahale edilmiş kareler bence bu ortak çalışmanın konusu olabilir, fotoğraf sanatından çok. Aslına bağlı kalarak ufak dokunuşlar yapılabilir elbette, ama fazlası niteliğini bozar fotoğrafın.
Eline makinasını alan fotoğraf sanatçısıyım diyor. Sizce fotoğraf sanatçısı kimdir?
“Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz” der Ziya Paşa merhum. Ortaya konulan ürün cidden sanat kaygısı ve tadı taşıyorsa, sanatkâr bir ruhun beslediği beynin gördüğü gözle çekilmişse ürün “sanat eseri” çeken de “sanatçıdır.” Telefonla bile çekilse etkili bir kare kendini fark ettirir. Ama baba parası ile iyi makinalar alıp boyunlarına asan çok fazla insan da yok değil. Objektifi bir yere doğrultup deklanşöre bastığınızda bir çerçeve yakalarsınız, doğru ama bu ne anlatır? Önemli olan burası. Sanatçı daha vizörden bakarken fark eder neyi çekmek istediğini ve gördüğü kareyi uzaktan bir esere bakar gibi görür. İçine alacaklarını, dışında tutacaklarını, geri planını açısını oluşturur ve çeker. Bu sebeple her gün gördüğünüz, bildiğiniz bir mekânın bir fotoğrafçının gözünden ne kadar ilginç ve faklı göründüğünü izlersiniz. Hayat, çevre, insanlar hep vardır ve aynen akıp gider çevremizden. Sanatçı bu akışın içindeki ritmi, şiiri, hüznü, neşeyi bulup çıkaran kişidir. Bu bazen, şiir olur, bazen, hikâye, bazen fotoğraf. Size bir şeyler anlatmayan, sizde bir değişim oluşturmayan fotoğraf, sanat değil, görsel bir aktarımdır sadece. Diğer sanat dallarında da vardır bu açmaz. Sanatçı taklidi yapanlar ile sanatçıları, zaman ve toplumsal bilinç ayrıştırır en sonunda. Cidden sanat ve anlatım derdi çeken insanların böyle bir derdi de yoktur, olmamalı ya da.
Profesyonel fotoğrafçı gördüğünü çeker, fotoğraf sanatçısı çektiğini görür” diye bir sözünüz var. Bu sözü biraz açar mısınız?Aslında bu, fotoğrafa sanat katanlar ile fotoğrafı iş amaçlı yapanları belki en temelde ayrıştıran bir ifade. Elbette ki birbirine geçtiği yerler ve kişiler de vardır. Bir fotoğraf sanatçısı ticarî işler de yapabilir. Vurgulanan konu; hayat içindeki doğaçlama ve canlı gelişen anları, durumları ve çerçeveleri yakalayan bir sanatçı ile, stüdyo ortamında, ışığı netliği ayarlanmış, iyi donanımlarla, belirlenmiş bir konu, ürün ya da kişinin çekimini yapan arasındaki farktır. Belki, bir şeyler anlatan fotoğraflarla, teknik açıdan mükemmel, ama donuk çekimlerin en temel ayrımı.
Fotoğraflarınızı çekerken nelere nazar ediyorsunuz?
Fotoğraf, hayata karşı dikkati, özeni ve fark etmeyi arttırıyor kesinlikle. Makine yokken bile bütün hayatı fotoğraf çeker gibi dikkatli izliyorsunuz. Çoğu insanın fark etmediği bir detayı görebilmek, kafada oluşan hayattan çerçevelerin hikâyelerini tahmin etmek, akıp giden anları dondurmak kafada ve hatıraların arasına katmak, muhteşem, ama bir yandan da yorucu bir uğraş. Dikkat ettiğiniz her detay ile ilgili bir kurgu gelişiyor kafanızda. Ocak ayında, buz gibi bir havada, gece yarısı yüzünüze çarpan boğaz rüzgârı ile boş ve sessiz bir İstanbul’u çekmek hatıralarda iz bırakan bir güzellik elbette. Fotoğraf, öğrenme, keşfetme ve paylaşma duygularını kamçılayan bir merak. Her ne kadar dijitale geçsek de, iyi bir ekipman toparlamaya çalıştığınızda pahalı bir merak olduğunu da unutmamak gerek. Hele de bu işten para beklemeyen biri iseniz. Etkili bir anlatım dili olarak hep gelişerek var olmaya devam edecektir fotoğraf. Yeni başlayan arkadaşların, bu işin uzun soluklu olduğunu, sabırla ve bol bol çekim yapmak, denemek, çalışmak gerektiğini, çok iyi bir gözlemci ve okuyucu olmaları gerektiğini vurgulamak gerek son olarak.
NAGEHAN BAYRAM-İSTANBUL