Yüzsüzdürler. Yapışkandırlar. Kösele suratlıdırlar. Utanmak nedir bilmezler. Ar, haya damarları çatlamış. Yüzleri kararır, lâkin kızarmaz bunların.
Kimlerden, hangi tip insandan söz ettiğimizi tahmin etmişsinizdir.
Geçen haftaki bir yazımızda “Fenâ ve fânî zekiler”den bahsetmiştik; bu yazıda da “Beleşçi, bedavacı, hazıra konmacı yüzsüzler”i tanı(t)mak ve onlara karşı alınması gereken tedbirlerden söz etmek istiyoruz.
«««
Evet, bu tiplerin “hazıra konma”da hakikaten üstlerine yoktur. Üzüm olması için hiç bağa bakmazlar; üzümü yeme esnasında ise kimseyi takmazlar.
Bağ-bahçenin kurulması aşamalarında yokturlar. Kayıptırlar. Ağaçların meyve vermesi esnasında ise, yanı başında peydahlanırlar. Meyvelerin en âlâsından, en büyük payından isterler. Vermezsen, yahut alamazlarsa “Tuh! Bunların hepsi ekşi, hepsi çürüktür” derler.
Ölür müsün, öldürür müsün?..
Hayır, o tavır eskidendi. Şimdi kederinden ölebilirsin belki; ama, yine de öldüremezsin. Bugün sadece kovabilirsin veya birazcık olsun mesafe koyabilirsin ancak.
Devran döndü, durum bir hayli değişti. Eskinin mert insanları, bedelini ödemediği bir nimeti alamaz, kabul edemezdi. Hazıra konmayı izzetine, şerefine yediremezdi. Emek sarf etmeden önüne gelen bir lokmayı ağzına alamaz, kursağından geçiremezdi.
Şimdilerde ise, o asâlet bozuldu, o mertlik büyük çapta dejenere oldu.
Ortalığı hazırcılar, beleşçiler istilâ etti günümüzde. Neredeyse her köşebaşında bir bedavacı ile karşılaşmak mümkün hale geldi.
Hiç kusura bakmasınlar, meydanı onlara boş bırakacak değiliz.
Maskelerini bir bir indirmek, gerçek surat ve tıynetlerini göstermek boynumuzun borcu olsun. İşte başlıyoruz...
«««
Bediüzzaman Hazretleri, talebeleriyle birlikte çok büyük çile, eziyet, meşakkat çektiler. Çekmedikleri ezâ, cefâ kalmadı. Bir kudsî dâvâ uğruna çok ağır bedeller ödediler; bin bir emek ve gayretle takdire lâyık muazzam bir iman hizmetini vücuda getirdiler.
O şuurlu iman hizmeti ülke sınırlarını aştı, zamanla bütün dünyayı dolaştı.
Halen, bütün dünyaya hitap ile bütün beşeriyeti tatmin etme istidadını gösteriyor.
İşte, bu muazzam iman hareketinin muhtelif safhalarında ortaya birtakım beleşçiler, hazıra konmacılar türedi.
Şimdilik, arka plânda duran muarız dalâlet ehlini bir yana bırakarak, o bedavacılar gürûhundan dindar görünen üç tanesini nazara vermek istiyoruz.
Bunları kategorik olarak şu şekilde sıralamak mümkün:
1) Hariçteki bedavacılar
2) Dost çehresi beleşçiler
3) Dahildeki fenomenler
«««
Bu üç gruba girenleri biraz daha yakından tanımak gerekirse...
Hariçteki fırsatçılar
Bediüzzaman ve talebeleri, tarihte görülmemiş bir eşedd-i zulüm ve istibdat rejimi altında iman-Kur’ân hizmetini deruhte ederken, bunları esamisi dahi okunmuyordu. İman cenâhında meydan yoktular. Nevzuhûr olarak ortaya çıktılar. Derin odakların kımıldattığı aba altında sopanın ucunu görüp yelkenleri indirler. Münafıkların, dalâlet ehlinin vekilleri ile anlaşma yoluna gittiler. “Said Nursî ortak düşmanımız” noktasında anlaştılar. Ara ara etiketlendiler ki, bir yamukluk yapmasınlar. Alınlarının çatısındaki son etiket 2004 (MGK) patentlidir. Bilhassa bu tarihten sonra aşağıda görüldüğü türden zırvaları seslendirmeye başladılar:
“Said Nursî, işgalcilerle gizli işbirliği yapmıştır. Hatta Kürt-Teâli Cemiyetinin kurucuları arasında yer almıştır.
“Said Nursî, Çanakkale’de bizimle savaşan Hıristiyanların şehid sayıldığını, hatta Cennete gideceklerini söylemiş.
“Nurcular, bu ülkenin düşmanları nâm-ı hesabına çalışıyorlar. Ülkeyi karıştırıyor, kışkırtıcılık yapıyorlar.
“Hıristiyanlarla işbirliği yapan, insanlarımıza İslâmı yanlış anlatan Nurcularla mutlaka mücadele edilmeli.”
Evet, yıllardır piyasaya pompalanan bu tarz insafsızca, vicdansızca nümûnelik iftiralardan, kimleri kast ettiğimizi rahatlıkla çıkarabilirsiniz.
Unutmayalım ki, zor zamanlarda ortalıkta hiç görünmeyen bu tip kimseler, meydan rahatlayınca, hemen harekete geçip emek sahiplerini dışlamaya ve bu sûretle parsa toplamaya hevesleniyorlar. Heveslerini kursaklarına hapsetmeli ki, bu da ancak ilim, irfan ve hizmet şuuruyla olur.
Dost çehreli hazırcılar
Bunlar, daima suret-i haktan görünür. Mücahitlik taslamak, onların şiarında var. Dar zamanlarda ise toz olur, sipere yatarlar. Suçüstü yakalandıklarında ise, Süfyaniyetin 3. rüknüne yaslanır, o kanalla anlaşma cihetine giderler.
Dalâlet ve Süfyaniyet cephesine karşı merdâne bir tavır takınarak mücadele etmezler. Hazıra konmakta ise, ilk sırayı kimseye kaptırmamaya canhıraş çalışırlar. Kullandıkları argümanların bir kısmı şöyledir:
“Bediüzzaman, Sultan Abdülhamid’e karşı yanlış yapmış, dolayısıyla yanılmıştır. Sonradan özür dilemiş, kendini bu şekilde kurtarmıştır.
“Said Nursî iyi bir kimse, ancak onun talebeleri ve Nurcular yanlış yolda gitmişler.
“Nurcular, yıllarca masonları desteklediler. Amerikancı oldular. Risâleleri Kur’an’dan, Bediüzzaman’ı Peygamberden üstün tutanları bile var. Dört duvar arasında sinekten, çiçekten bahsedip dururlar. Çoğu sakalsızdır.”
Bediüzzaman ve Nur Kahramanlarının büyük emek ve bedelleriyle hâsıl olan mânevî servete göz diken bu kaba ve nezaketsiz kimseler, bir gencin imanını kurtarmaya değil, sahipli, bakımlı, tekemmül etmiş bahçelerin meyvelerine taliptirler; nankörce...
Sıra, hazıra konmacı dahildeki fenomenlere geldi. Onu da inşaallah bir sonraki yazıda ele almaya çalışalım.
@salihoglulatif'ten
Her Nur Talebesi, Risâle-i Nur’un hakiki bir sahibi, varisidir. Risâleleri kendi malı ve telifi gibi sahiplenebilir. (Bkz: Mektubat, s. 329)