"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Atatürkçülük demokratlıkla bağdaşmaz

M. Latif SALİHOĞLU
14 Kasım 2012, Çarşamba
Siyasetçilerimize bir haller oldu. Atatürkçü kesilen kesilene. Bilhassa 10 Kasım'da ve devam eden günlerde bir Atatürkçülük yarışıdır başladı, dolu dizgin gidiyor.

İktidarından muhalefete, Meclis içindeki politikacılardan Meclis dışındaki siyasilere kadar, ağzını açan hemen herkes "En iyi Atatürkçü biziz" diye konuşmasına başlıyor.
Medyanın durumu da siyasilerden pek farklı değil. En dindarından en lâikçisine kadar, gazetelerin çoğu—hiç bir mecburiyetleri olmadığı halde—10 Kasım'da birbiriyle Atatürkçülük yarışına girdiler.
Bunların arasında elbette ki istisnaları var. Maaliftihar, 42 yaşındaki Yeni Asya da o istisnalardan biri, hatta birincisidir.
Hele, sair gazetelerin en gözde sayfalarında "sonsuz işareti", yahut "Sen olmasaydın, biz de olmazdık" tarzında, bir Müslüman mü'minin imânını rencide edecek, hatta tehlikeye atacak ifadeler yer aldı.
İşin en vahim tarafı, bu işi mecburiyetten değil, gönüllü olarak yapmalarıdır.
Aynı durum, siyasiler için de geçerli. Protokol konuşmalarında hani "rüşvet–i kelâm" kabilinden Atatürk'ten söz etseler bile, hiç gereği yokken ve hiç bir mecburiyetleri söz konusu değilken, durduk yerde Atatürkçülük yarışına tutuşmaları, doğrusu çok tuhafımıza gidiyor. Onların bu halini demokratlıkla bağdaştıramıyoruz.

Başbakan, liste başında

Başbakan Sayın Erdoğan, Atatürkçülük'te liste başında görünüyor. Yıllardır birinciliği kimseciklere kaptırmıyor.
DP Genel Başkanlığı döneminde, bir ara Namık Kemal Zeybek zirveye tırmandı. Ne var ki, kendisi Atatürkçülükte zirveye tırmanırken, başında bulunduğu partiyi sıfıra müncer etti. Kendisiyle birlikte partiyi de adeta bitirme noktasına getirdi.
Böylelikle, tarih ve hadiseler bir kez daha gösterdi ki, Demokratlıkla Atatürkçülük birbirine zıttır; asla ve kat'a birleşemezler, bağdaşamazlar, kaynaşamazlar...
Aralarında doku uyuşmazlığı var, genetik farklılık var.
Bu durum, partilerini yeniden canlandırıp ayağa kaldırmaya çalışan samimi Demokratların kulağına küpe olsun.
* * *
Başbakan Erdoğan, dünkü grup konuşmasında M. Kemal'in kurucusu olduğu Halk Partisi cephesine yine Atatürkçülük noktasından yüklendi.
Halkçılar, mâlum, yurt dışında bulunan Başbakan'ın 10 Kasım törenlerine katılmamasını dillerine dolayıp serrişte etmişlerdi.
Başbakan ise, Makedonya'da bulunan iki tarihî evin restorasyon çalışmalarından fotoğraflar göstererek, kendince onlara "En iyi Atatürkçülük" dersini vererek şunları söyledi:
"Yaptığımız dış ziyaretler nedeniyle 10 Kasım törenlerine katılamadık. Mustafa Kemal Atatürk'ü şükranla, rahmetle yâd ediyorum.
"TİKA'nın girişimleriyle Makedonya'nın bir köyünde Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendinin iki evi olduğu tesbit edildi. Bu iki evde restore çalışmalarına başlandı. Müze evi olarak ziyaretçilere hizmet verecek.
"Ayrıca, Atatürk'ün eğitim gördüğü okulda çalışmalarımız başladı. 20 Kasım'da tamamlayacağız.
"Biz nutuk atanlardan olmadık. Başta CHP'iler olmak üzere Atatürk istismarcılarına bu iki hatıra evi ithaf ediyorum."
* * *
Sayın Erdoğan, bu sözleriyle muhtemelen demek istiyor ki: "Hakiki Atatürkçü biziz. CHP onu istismar ediyor; biz ise, hem onun yolundan gidiyor, hem de onun hatırasına hizmet ediyoruz. Üstelik, hiç istismara kaçmadan bu işi yapıyoruz."
Daha evvel de, benzer mahiyette konuşmalarda bulundu. Meselâ, şunları söyledi: "Beni benzetecekseniz, Obama'ya değil, Atatürk'e benzetin... Bizim gittiğimiz yol, Gazi Mustafa Kemal'in... ve merhum Necmettin Erbakan'ın yoludur."
Başbakan Erdoğan, tâ başından beri sadece protokol gereği değil, ayrıca gönüllü şekilde Atatürkçülük vurgusu yaptığı halde siyaseten kaybetmediğine göre, demek ki bir "gönüllü birliktelik" söz konusudur.
Benzer bir yakıştırmayı, Halkçılar ve Mill(iy)etçiler için de yapmak mümkün.
Bunlar, Atatürkçülük ile var olabiliyorlar, yahut varlıklarını Atatürkçülük ile idame ettirebiliyorlar.
Meseleye bu zaviyeden bakınca, Atatürkçülük yönleri değil, fakat demokratlık yönleri tartışma götürür niteliktedir.
Zira, Atatürkçülüğün bütün yönleriyle zirvede tutulduğu şeflik devrinde (1923–50), muhalif bir fikre, yahut muhalif bir partiye asla tahammül edilmemiş, hatta uzun süre yaşama hakkı dahi tanınmamış.
Evet, 1923 yılından tâ 1946'ya kadar olan süre içinde yapılan genel seçimlerden hiçbirine CHP dışında ikinci bir partinin iştirak etmesine izin verilmemiş. Dahası, bu zaman zarfında kurulan muhalif iki parti (TCF ile SCF) kapatılmakla kalmamış, yöneticileri de en aşağılayıcı ithamlara maruz bırakılmış, hatta idama varan ağır cezalara çarptırılmış.
Bu da gösteriyor ki, Kemalizm ile Demokratlık hiçbir şekilde uyuşmuyor, bağdaşmıyor.
Öyle ki, Demokrat misyonun başındakiler bile, Atatürkçülere mesafe koydukça siyaseten yükseliyor; tersine, onlara yaranmaya çalıştıkça da siyaseten eriyip küçülüyorlar.
Zira, zıtlar birleşemezler ve uyum sağlayamazlar.
Buna göre, hakiki Demokratlar Kemalist ve hakiki Kemalistler Demokrat olamazlar.
Doğru olan, herkesin olduğu gibi görünmesi ve göründüğü gibi olmasıdır. Aksi durum, akla ziyandır ve zarar üstüne zarardır.

Okunma Sayısı: 4771
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı