Bugün itibariyle ülke genelinde konuşulacak gündem maddelerinin başında deprem geliyor. Sebebi açık: Bugün 17 Ağustos. Büyük bir depremin yıldönümü.
Evet, yakın Türkiye tarihinin en sarsıcı, en yakıcı, en yıkıcı, maddî ve insanî yönden en yüksek hasarlı depremi, 1999 senesinin 17 Ağustos’unda meydana geldi.
Adına “Büyük Marmara Depremi” denilen ve başta Gölcük olmak üzere Sakarya, Kocaeli, Yalova ile İstanbul’u da (7.4) şiddetle sarsan bu depremde, on binlerce insan vefat etti. Ölenlerin iki-üç misli kadar da yaralanan insanlar oldu.
*
Depremin şakası yok. Yapılaşmanın sağlamlığı ve mukavemeti, muhtemel sarsıntıların şiddetine göre olmalı. Sadece lâf üretmekle bu işler olmaz yürümez.
O halde, temel mesele şudur: asıl mesele bu: Depreme karşı binanın korunması ve fizikî olarak dayanıklı hale getirilmesi.
Peki, bu yönde ciddiye alınabilecek herhangi bir çalışma yapıldı mı, şimdiye kadar? Ne yazık ki, ancak “devede kulak” kàbilinden. Gerisi makyaj, boya, badana, mantolama, vesâire.
Lâkin, herkesin bildiği gibi “deprem”dir bu. Asla unutmaya gelmediği gibi ihmale de gelmez: Büyük depremler, ne boya dinler, ne badana; ne makyaj dinler, ne de süsleme... Vurduğu zaman, temeli çürük bilumum yapıları yıkarak yer ile yeksân ediyor. Böylesine ciddî riskler karşısında yapılacak olanlar da, yapılması gerekenler de az-çok bellidir.
Özetle: Bilhassa yeni yapılarda, deprem sarsıntısına karşı dayanıklılık şartını getirmek. Kaldırım taşı, bina makyajı, refüj süslemeleriyle sık sık uğraşmak yerine, o imkânlarla temelden yenileme çalışmaları yapmak ve yaptırmak; hiç olmazsa her mahalde örnek teşkil edecek fiilî bazı düzenlemelerde bulunmak.
*
Depremin merkez üssü, Gölcük Donanma Karargâhının bulunduğu yer olarak tesbit edildi. Bu büyük depremle ilgili olarak halk arasında pek çok söylenti dolaşıma girdi. Ancak, konu hakkında eleştirel anlamda yorum yapmak yasaklandığı için, söylentilere dair konuşmak da zorlaştırılmış oldu.
Bununla beraber, bilâhare “Deprem İlâhî ikazdır” diyen Yeni Asya gazetesi imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular’a DGM tarafından 2 yıl 1 gün ceza verildi. Bu haksız-hukuksuz cezayı Kırklareli Vize Hapishanesinde yatarak çekti.
Hapiste iken ziyaret ettiğimiz Kutlular Ağabeyin sağlığı yerindeydi. Ne var ki, tahliyeden sonra sağlık durumu gitgide değişmeye, kötüleşmeye başladı.
Kendisine orada iken mi bir müdahalede bulunuldu, yoksa daha sonra mı sağlığına sûikast mı yapıldı, tabii ki bilemiyoruz. Konu uzmanlarına sorup öğrendiğimiz kadarıyla, onun hastalığının normal-bilindik bir “Alzheimer” hastalığı şeklinde seyretmediği gerçeğidir.
Allah rahmet eylesin, onun gibi kuvvetli hafıza sahibi çok az insan tanıdım. Hem bir talebe-i ulum, hem kuvvetli bir hafıza sahibinin, zahiren de olsa böyle bir hastalıkla gitmiş olması bize son derece düşündürücü geldi.