Türkiye’de, dünyada ve İslâm âleminde yüz yıldır esmekte olan ve günden güne şiddetini arttırarak devam eden hürriyet ve demokrasi rüzgârı, önüne çıkan her engeli aşarak ilerleyecek gibi görünüyor.
Bilhassa kriz zamanlarında, bu tür bir gelişmenin her ülke için, hatta bütün topluluklar için kaçınılmaz hale geleceğini daha çok hissetmeye başlıyorsunuz. Zira, dünyada öyle krizler yaşanıyor ki, krallıklar ve benzeri totaliter rejimlerin bunlarla baş etmesi artık mümkün görünmüyor. Misal: Ekonomik kriz gibi, virüs salgını gibi, küresel iklim değişikliği gibi ve sâire…
Bunun bir nümunesi gözümüzle gördük ve halen de görerek yaşıyoruz: Pandeminin en çok ağırlaşıp can kaybına yol açtığı ülkelerin başında, elindeki emperyal güce güvenerek hareket edenler geliyor. Sahip oldukları askerî, siyasî ve iktisadî gücün, görünmez bir virüs salgını karşısında nasıl âciz kaldıkları ortada.
O halde, sağlık ve ekonomik refah tedbirleri gibi, güya inanmış oldukları hürriyet ve demokrasiyi de sadece kendileri için, bütün dünya ve insanlık için istemeleri ve desteklemeleri icap ediyor. Zira, artık hemen her konuda dünya çapında bir etkileşim hali söz konusudur ki, bu etkileşim halinin günden güne artış göstereceği kuvvetle muhtemeldir. Demek ki, artık eski hal, muhal ender-muhal olmaya başlıyor.
Ülke ve dünyada sergilenen söz konusu değişim tabloları, Üstad Bediüzzaman’ın bir asır evvel Münâzarât isimli eserinde kayda geçirmiş olduğu şu manidar sözleri hatırlatıyor: “Eski hâl muhâl; ya yeni hâl, ya izmihlâl.”
Ara ara kesintiler ve aksamalar olsa da, Türkiye’de hürriyet ve demokrasiden geri dönüş söz konusu değildir. Çoğu diktacı ve totaliter rejimlerle idare edilen diğer İslâm ülkelerinde de benzer hallerin vücuda geleceğini söylemek kehânet olmasa gerektir. Esasen, değişen şartlar ve hal-i âlemdeki baskın gelişmeler, onları da bu yola girmeye mecbur edecek.
*
Evet, bundan sonrası için iki ihtimâl söz konusudur:
Birincisi: Mevcut diktacı rejimler, yıllardır süre geldikleri baskıları daha da ağırlaştırarak varlıklarını idame ettirmeye çalışacak.
İkincisi: Zulümlü, baskıcı uygulamalara son verilerek, hürriyetçi demokrasinin hakim olmasına çalışılacak.
Biz ikinci ihtimâlin kuvvet bulacağına ve gelişmelerin bu meyanda fıkrî bir seyir takip edeceğine inanıyoruz. Zira, açıkça anlaşılıyor ki, toplumlar baskıcı rejimlerle ilânihâye idare edilemiyor. Birinci şık devam ederse şayet, bir noktadan sonra sosyal patlamalar kaçınılmaz hale gelir. Dolayısıyla, baskıları daha da şiddetlendirmenin geçerli bir mantığı yoktur.
Geriye ise, bir tek halkın hür iradesine uygun bir yol takip etmesi kalıyor ki, bunun çağımızdaki ismi “hürriyet ve demokrasi”dir.
Evet, hürriyet koridoru açılmadığı, totaliter rejimlerden vazgeçilmediği ve demokrasiye geçiş yapılmadığı takdirde, dünyada olduğu gibi, İslâm ülkelerindeki çalkantı da bitmeyecek, hatta şiddetini arttırarak ilerlemeye devam edecek görünüyor. Tedbirler ne kadar erken alınırsa, zarar–ziyanda o nisbette az olacak demektir.
GÖZLEM: YERYÜZÜ BİR MESCİT
Afrika’nın çok sıcak bölgelerinde gölgelik bir yer bulmak büyük bir nimet. Bu nimetten en çok istifade edenlerin başında ise, namaz kılan mü’minler geliyor.
Nüfusun çoğunluğunu Müslümanların teşkil ettiği Fildişi Sahili’nin en kalabalık şehri Abidjan’da fazla cami yok. Mevcut camiler de birbirinden hayli uzak mesafede.
Bunun birinci sebebi, halkı fakir olduğundan, ferah ve sağlam yapılı camileri inşa edemiyorlar. İkinci sebebi ise, yakıcı sıcaklardan dolayı, insanların açık alanlarda namaz kılmaya alışmış olması.
Evet, buradaki büyük şehirlerde, bizdeki gibi adım başı cami yok; ama, adım başı açık hava mescidi bulmak mümkün. Hemen bütün caddelerin kenarlarındaki geniş gölgelik alanlarda manzara hemen hemen aynı. Şükürler olsun ki, İslâma göre yeryüzü bir mescit hükmünde.