Millet olarak yarım asırdan fazla bir zamandır, modern çağda ortaya çıkan anarşi ve terör belâsı ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bazen lokal seviyede, bazen de geniş çaplı olarak.
Geniş çaplı ve organize bir şekilde bu necip millete tarifsiz acılar yaşatan terör örgütlerinin başında PKK geliyor. Bu örgüt, kendi adıyla 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’de boy gösterdi.
Kuruluş devresi daha eskilere dayanan bu örgütün, 12 Eylül Darbesinden sonraki ilk ve en büyük eylemi budur. Dolayısıyla, bu eylem, kırk yıla yakındır Türkiye’nin başını ağrıtan büyük çaplı organizeli terör örgütünün bir nevi milâdını teşkil etmiş oluyor.
*
Esasında, birkaç arayüzü ve ahtapot gibi muhtelif kolları bulunan bu örgütün sadece “terör” yüzüne bakarak onunla mücadele etmek ve bunda da nihaî başarıya ulaşmak pek mümkün görünmüyor.
Devlet, dünyanın her yerinde olduğu gibi, elbette burada da eline silâh-bomba alanlara seyirci kalmayacak; onlara karşı en tesirli mücadeleyi yapacak. Bunu yapmak, güvenlik birimlerinin olmazsa olmaz görevidir. Bu noktada herhangi bir problem söz konusu değil. Asıl problemi şöyle izah edelim: Hiç tereddütsüz bir terör örgütü olan PKK’nın varlığı, tamamıyla terör faaliyetinden ibaret değil. Onun beslendiği, kuvvet-destek aldığı, teşvik gördüğü başka kanalları ve damarları da var.
Misâl: Türkiye’den, Irak, Suriye ve Avrupa ülkelerinden zengin insan kaynağı ve militan devşirme kabiliyeti.
Bir başka misâl: Bu örgütün uluslararası ciddî bağlantıları var. Uluslararası bağlantılar cümlesinden, silâh tâcirleri ile uyuşturucu baronlarının, bu kanlı pazarda ve bu kirli tezgâhta oynadıkları rolün bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarılması ve ona göre tedbirler paketinin devreye sokulması bir zaruret halini almıştır. Burada diplomasinin de tesirli şekilde devreye girmesi gerekiyor.
Bir başka misâl: Tarih boyunca dindarlıkta, şecaatte, nâmuslulukta ve misafirperverlikte ileri derece olduğu bilinen Müslüman Kürt halkının içinden, böylesine vahşi, gaddar, zalim, âsî, itaatsiz, itikadsiz, ibadetsiz bir neslin nasıl olup çıktığına dair kafa patlatırcasına araştırmak lâzım. Evet, şu mütedeyyin topluluğun çocukları nasıl bu hale geldiler, niçin böylesi bir bozulmaya mâruz kaldılar diye, meselenin etraflıca tahlil edilmesi ve ona göre gereken tedbirlerin alınması lâzım.
Yok, bunların hiçbirini görme, düşünme, umursama, sadece ve sadece güvenlik tedbirleriyle problemi çözmeye çalış. Bu olacak şey değil. Zira, sırf bu tarz bir yaklaşımla sıkıntı bitmiyor, problem çözülmüyor; bilâkis, acı büyüdüğü ve yara derinleştiği gibi, mesele daha da düğümlenip içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Terör bitiyor gibi görünse de, bir süre sonra aynı virüs tekrar nüksediyor. Demek ki, tek çare öldürmek değildir.
*
Özetle, bu terör örgütü ile mücadeleyi sürdürürken, meselenin sadece terörden ibaret olmayıp, bu dallı-budaklı yapının dahilî-harici başka el, ayak ve pâyandalarının olduğunu bilmek ve onlara karşı da usûlü dairesinde tedbir almak gerekiyor. Aksi halde, bu kahredici sıkıntı, Allah esirgesin, bir 30-40 yıl daha aynı minvâl üzere sürüp gidecek. Geçici olarak görünen duraklama, yahut gerileme tablosu, meselenin kökten çözüldüğü anlamına gelmiyor. Kökten bir çözüm bulunmadığı takdirde, geleceğe projektör tutmak da pek mümkün olmuyor.
Son bir not: Kürt etnik damarlı terörist yapıya güç ve enerji veren en büyük besin kaynağının Kemalist Türkçülük cereyanı olduğu unutulmasın. Zira, Türkçülük-Turancılık cereyanı (1909) bu vatanda yok iken, Kürtçülük (1918) diye bir fikir hareketi de yoktu. Net. Dolayısıyla, biri diğerini besler hale geldi.