Çok zamandır bu anı kolluyordu. Yapayalnız ve eşinden de uzakta idi. Şehvet dolu arzuları kalbinin ritmini tahrik etti. Artık o azgınlaşmış nefsin kapsam alanına girmiş, irade saf dışı gözüküyordu. Vicdanı, itiraz ederken, nefsin şehvet tahriklerine kapılan aklı, güya haklı gerekçeler üretmeye başladı.
- Zaten, şu son zamanlarda, eşi ile anlatılamaz sıkıntılar yaşıyor, dile getiremiyor, duygularını bastırıyordu, ama nereye kadardı? Bu saatten sonra, daha kötüye gitmektense böylesi kaçamak bakışlar, masum değil mi? Ehven-üş şer sayılmalı!
Zelzele derinden gelir. Aklın, ikna edici gibi gözüken izahı, hiç de yabana atılmamalı, onun dediklerini teyid eden tatsız vakıalar arada bir oluyor, diye içinden geçirirken cevap geldi;
- Bu yanlış davranışı yapmaya, o tatsız vakıalar haklılık kazandıramaz, dedi, kalbi.
Kabaran duygunun rayına giren aklı, damardan bir gerekçe daha sürdü:
- Hem, zaten kötü bir zamandan geçiyoruz. Ne demiş eskiler, zaman ahirzamandır, bu zamanda nefsine hâkim olmak çok zor! Allah, böylesi bir zamanda, bizim arada bir kaçamaklı hâllerimizi inşaallah affeder. Hayır, hasenatını biraz arttırırsın, olur biter.
Eli, telefona gitti. İnterneti açtı. Hemen hızlıca bir ya da iki videoya bakıp sonra silecek ve tövbe edecekti. Kulakları uğuldamaya başladı. Hafiften başı da dönmeye. Düşlediği kelimeyi yazdı, tıklamak için parmağını uzattı. Birden zihin ekranında hanımının görüntüsü, gök gürültüsünü andıran baskın sesiyle beraber görünür gibi oldu.
- “Ben sana güveniyorum. Senin namusuna sahip çıkıyorum, kazancına ve evlâdına sahip çıktığım gibi. Benim de nefsim var. Bir kötülük fısıldadığında hemen empati yapıyorum ve nefsimi gemliyorum!”
Kızgın ve azgın duygularıyla kopan fırtınanın ardından toz dumana dönüşen ortalık. Ve kararan duygu yoğun ufku, yavaş yavaş açılmaya başlar. İki eli ile başını tutmak isterken, telefon yere düşer. Kulakları “empati yapıyorum” kelimesi ile defalarca yankılanıyordu. Kendine gelir.
- Doğru ya! Hakikaten Hanım haklı!
- Şu an, benim yapmak istediğimi, o yapacak olsa, ben ona nasıl tepkide bulunurdum? Ve kendi nefsimin dümen suyuna girmiş iradem ile onun saf ve sadık duygusuna nasıl muhatap olacağım?
Ayağa kalktı, lavaboda soğuk su ile kendine geldi. Balkona çıktı, esen yel, hanımın kokusunu sanki taşıdı burnuna. Kalbi, aklına hitaben;
- Biraz öncesi kabaran şey, nefsinin tahrikine kapılarak meyleden duygundur. O duyguyu yönlendiren meyil, aslında fizikî gerçekliği olmayan, itibaren kabul ettiğimiz bir hissiyattır. Gerçekte olmayan bir muharrikin tahriki ve nefsin üfürmesiyle az kalsın hata yapıyordun. Haydi, geçmiş olsun!
Arzu dolu anları kollarken, çekilecek vicdanî sıkıntı ve cezaları da yabana atmamak gerek dedi, vicdanı, sessizce, ama derinden derine...
Yaşanması muhtemel bu hadisenin ihlâs ile ne alâkası var?
Hz. Yusuf’un (as), Züleyha’nın teklifini reddetmesinin doğrudan ihlâs ile alâkasının olduğundan hareketle çok alâkası var. Zira haram, evvelâ göz ile başlar, gizliden gizliye. Hayalin tahrik edicisi gördüklerimizdir. Onun için “Gözlerini haramdan korusunlar.” (Nur, 24/30) ve “Zinaya yaklaşmayın!” (İsra/32) emri, bu hataya giden bataklığı ıslah eder.
Göz önündeki haramın kaldırılması evvelâ göze hâkim olmaktan geçiyor. Gözüne hâkim ol ki haram, vücuda imkân bulamasın. Unutma! Haddini aşan, başına iş açar! Bir bakışta batma! “Nefsin mücavir mahalline yaklaşmayın!” haramına, Allah emrettiği için yaklaşmamak, ihlâsın ta kendisi değil midir?