Kur’ân, mânevî âlemimizin güneşidir.
Kur’ân, şu Kitab-ı kebir-i kâinatın (büyük kâinat kitabının) bir tercüme-i ezeliyesi. Kur’ân, âyat-ı tekviniyeyi (yaratılışla ilgili âyetleri, varlıklarda görülen delilleri) okuyan mütenevvi (çeşitli) dillerinin tercüman-ı ebedisi.
Kur’ân, şu âlem-i gayb (görünmeyen âlemin) ve şehadet (görünen âlemin) kitabının müfessiri; ve zeminde ve gökte gizli esma-i İlâhiyenin (İlâhî isimlerin) manevî hazinelerinin keşşafı; (keşfedicisi).
Kur’ân, sütur-u hadisatın (olayların satırları) altında müzmer hakaikin miftahı; (gizli hakikatlerin anahtarı) ve âlem-i şehadette (görünen âlemde) âlem-i gaybın (görünmeyen âlemin) lisanı.
Kur’ân, şu âlem-i şehadet perdesi arkasında âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı ebediye-i Rahmaniye; (ebedî Rahmetin iltifatları).
Kur’ân, hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniyenin (Varlığının başlangıcı olmayan kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın konuşmaları, hitaplarının) hazinesi.
Kur’ân, şu İslâmiyet âlem-i maneviyesinin güneşi, hendesesi (çizgisi, şekil bilgisi) ve avalim-i uhreviyenin (ahiret âlemlerinin) mukaddes haritası.