"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Demokrasilerde alınganlık ve hesap verilebilirlik

Mehmet FIRAT
16 Ocak 2014, Perşembe
Bir kaç hafta önce Cuma hutbesinde imamın anlattığı İslâm tarihinde geçen birkaç olay beni uzun bir süre düşünmeye sevk etti. Aslında tarihimizde günümüze ışık tutacak o kadar güzel olaylar var ki, ders alınsa bir çok tartışmanın önü kesilirdi.
Bilinen olaylar, ama bazılarını hatırlatalım:
Hz. Ömer (ra) bir gün yürürken devlete ait arazide otlayan bir deve görür. Deve çok güzel ve besilidir. Epey kıymet tutacak durumdadır. Deveyi beğenen halife kime ait olduğunu sorar. Çevresindekiler “Bu deve oğlunuz Abdullah’ın devesidir” der. Bunun üzerine Halife oğlunu çağırır ve şöyle der: “Oğlum bu deveyi sat, kaça aldın ise parasını ayır, kârını da hazineye devret.” Oğlu itiraz eder: “Baba ben bu deveyi helâl param ile aldım, çalmadım, haksızlık yapmadım. Kârı benim helâl kazancımdır, neden hazineye vereyim?” Hz. Ömer (ra) o zaman der ki: “Evet deveyi helâl paranla aldın, fakat halifenin oğlu olduğun için hazine arazisinde otlamasına izin verdiler. Başka bir vatandaşın devesi olsaydı izin verilmezdi. Bu sebeple kârı hazineye (beyt-ül male) vermen gerekir.”
Büyük halife 1400 küsur sene önce devlette nüfûz kullanılmasına karşı çıkmıştır. Yani bu günkü tabirle bal tutanın parmağını yalaması doğru değildir. Şimdi dikkatle makam sahiplerinin çevrelerine baktığımızda nüfûz ticaretinin ne kadar yaygın olduğunu görmek zor değil. Daha 30 yaşını doldurmamış gencecik insanların bir sürü şirketle ortaklıkları, ticarî gemi filoları, işyerlerinin sahibi olmaları; milyon dolar lâflarının kahve parası gibi konuşulması azıcık da olsa işin içinde nüfûz kullanımı düşündürmüyor mu? Buna izin verenlerin hiçbir sorumluluğu ve vebali olmaz mı?
Yine Hz. Ömer (ra) zamanı; bir gün halife minberde “Ey Müslümanlar beni dinleyin’’ dediğinde cemaatten biri ’’Seni dinlemeyiz ya Ömer!’’ Sebebi sorulduğunda “Dağıtılan savaş ganimetinden bize bir elbiselik kumaş çıkmadığı halde, senin üstünde tam bir elbise var.” Bunun üzerine halife izah eder: “Haklısın, bana da bir elbiselik kumaş düşmedi, fakat oğlum Abdullah’ın payı ile bir elbise diktim’’ der. Camideki vatandaş o zaman “Konuş ya Emire’l-Mü’minîn, seni dinliyoruz’’ der.
Dikkat edilirse, halife hesap vermekten alınmaz, gocunmaz ve ben şu kadar ülke fethettim, İslâmı bu kadar yere taşıyıp bayraktarlık yaptım, bana nasıl hesap sorarsınız demiyor. Abdestinden şüphesi olmayan her insan gibi hesap veriyor. Bu hesabı halife biatına bağlamıyor. Hesap verebilirlik, işlerinden emin insanların özelliğidir. Ve yönettiği insanlara karşı üstünlüğün değil, hizmetkârlığın gereğidir.
Söz Hz. Ömer’den (ra) açıldı, devam edelim: Hz. Ömer “Ey Müslümanlar, hata yaparsam ne yaparsınız?” diye sorduğunda dinleyenlerden biri “Seni kılıcımızla düzeltiriz’’ der. Biliyorsunuz halife bunun için şükreder, “Hata yapınca beni düzeltecek insanlar var’’ diye.
Bu katılımcı demokrasinin şahikası değil midir? Anında hesap verebilirlik, ânında yanlışı düzeltme refleksi; ve bundan memnuniyet duyan idareciler...
Peki bütün bunların günümüzle ilgisi var mı? Yok canım 1400 küsur sene önce demiştik ya... Bazı filmlerin başlangıcında yazıldığı gibi, bu olayların günümüzdeki gerçek kişilerle asla bir alâkası olmayıp hayal ürünüdür!
Okunma Sayısı: 5276
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı