Bütün dünya koronavirüs salgını ile uğraşırken, bir hutbe üzerinden yapılan tartışma Türkiye’nin gündemine oturdu. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın geçtiğimiz hafta Cuma hutbesinde, “Zina ve eşcinsellik haramdır” sözü üzerinden Ankara Barosu açıklamalarına tepkiler çığ gibi büyüdü. Suç duyurularından sonra konu mahkemeye intikal etti.
Bu tartışma 8 yıl önce Türkiye tarafından da imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ni bir kez daha gündeme getirdi. Çünkü, Baro’nun dayandığı nokta da bu sözleşme…
“Kadına yönelik şiddet” konusunda bağlayıcılığa sahip ilk uluslar arası sözleşme özelliğini taşıyan “Sözleşme” 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ ismiyle anılıyor. 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren 81 maddeden oluşan sözleşme, Meclis’te tepkilere rağmen 8 Mart 2012 (Dünya Kadınlar Günü’nde) tarihindeki görüşmelerinde Meclis’teki grubu olan bütün partilerin “ittifakı” ile kabul edilmişti!
Tıpkı, zinanın suç olmaktan çıkarılması gibi bu sözleşmenin de kabul edilmesi ibretlik bir durumdu…
“Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetten arınmış bir Avrupa meydana getirmek…” amacını taşıdığı belirtilen Sözleşme’nin özellikle “aile yapısına dinamit” koyduğu yıllardır dile getiriliyor. Açılan kampanyalarda panellerde, yazılarda, “toplumu ifsad eden, aileyi hedef alan İstanbul Sözleşmesi” ile ulaşılmak istenen sonucun son derece yıkıcı olduğu ve “derhal” sözleşmenin feshedilmesi istense de bu sesler duyulmadı ya da duymak istenmedi.
Tâ ki, Şubat ayı içerisinde Meclis eski başkanlarından oluşan Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’nda sözleşmenin “bazı maddeleri”nin yeniden ele alınması gerektiği, özellikle de aile içi şiddet konusunda uygulanan “evden uzaklaştırma” tedbirlerine yönelik vatandaşlardan ve aile mahkemelerinden şikâyet geldiği belirtildiği ifade edilmesine kadar...
Kurul da, “Şiddeti önleyeceğiz derken ipin ucunun kaçırıldığı” sözleri basına yansıdığında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “yeniden gözden geçireceğiz” demişti. Yeniden gözden geçiriliyor mu bilemiyoruz, ama İstanbul Sözleşmesi’nin getirdiği sıkıntıların 6 yıl sonra farkına varılması da başka bir ibretlik durum olmuştu.
* * *
ABD, RUSYA, JAPONYA İMZALAMADI
Söz konusu Sözleşme’nin ABD, Rusya, Kanada, Japonya, Meksika, Vatikan ve Azerbaycan tarafından sözleşmenin imzalanmamış olması, Bulgaristan tarafından anayasaya aykırı bulunmasına rağmen Türkiye’de fazla tartışılmadan Meclis’te görülmemiş bir “ittifakla” kabul edilmişti!
İmzalayan 28 devletin anlaşmaya imza koyarken birçok maddesini uygulamayacağını deklare ederken, “Şerhsiz imzalayan” ülkeler arasında Türkiye, Arnavutluk, Belçika, Bosna Hersek, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Karadağ, Portekiz, San Marino’nun olması ayrıca dikkat çeken başka bir durum olmuştu.
Üzerinde durulması gereken bir durum da, imzalayan ülkeleri “hukukî olarak” bağlaması açısından önemli olan bu sözleşme devlet politikası haline geliyor. Bu sözleşmede, “namus” mefhumunu, “sözde namus” diyerek küçümsemesi, “eş” yerine “partner” denilmesi, Müslüman ve Türk aile yapısına uymayan ifadeler olması meselenin ciddiyetini ortaya koyuyor.
Millî Eğitim Bakanlığı tarafından. 2014-2016 yıllarında Orta Öğretim Genel Müdürlüğü organizesiyle 10 ayrı ilde, liselerin 11. ve 12. sınıf öğrencilerine “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP)” başlığıyla seminer konusu olarak sunuldu. “Yeniden Yazmaya Var mısın?” sloganıyla gençlere tanıtıldı! Gelen tepkiler üzerine Millî Eğitim Bakanlığı, projenin uygulamasını durdurdu. Projenin etkisiyle, o günlerde Ankara’da bir üniversitede bu sözleşmeyi nazara vererek, “tuvaletler, soyunma odaları kız-erkek müşterek olsun” taleplerinin dahi seslendirilmeye başlanması durumun vehâmetini anlamak açısından dikkat çekiciydi, ama o dönem bir süre tartışılan bu konu unutulup gitti!
Evlenme oranlarının düşmesi ve boşanma oranlarının artmasında bu sözleşmenin etkisinin olduğunu birçok kişi söylüyor. TÜİK verilerine göre evlenen çiftlerin sayısı 2018 yılında 554 bin 389 iken 2019 yılında yüzde 2.3 azalarak 541 bin 424 olmasına karşılık, boşanan çiftlerin sayısının 2018 yılında 143 bin 573 iken 2019 yılında yüzde 8.0 artarak 155 bin 47 olmasına da dikkat çekiyor.
Yine yapılan birçok araştırmada Türkiye’de kendisini “ateist”, “deist” gibi tanımlayanların oranı artarken kendisini “dinî değerlere inanan” diye tanımlayanların oranının düşmesi de büyük tehlikelerden birisi…
***
SÖZLEŞME FESHEDİLMELİ!
Aile toplumun çekirdeği ve temel taşıdır. Aile korunamazsa yaşanılan birçok sorun katmerlenerek artar. İşte bu yüzden de aile yapısını tehdit eden İstanbul Sözleşmesi’nin sadece birkaç maddesinin değil, birçok maddesinin yürürlükten kaldırılması, âcilen tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor.
Bu tartışmada da buna vesile yapılarak gerekirse sözleşme yırtılıp atılmalıdır. Bunun yolu da sözleşmenin feshedilmesidir. Madem ipin ucu kaçtı, bir an önce kaçan ucu yakalamak gerekir…