Isparta’ya özel görevle yeni bir PTT müdürü atanır.
Müdürün görevi Risale-i Nurları posta yoluyla gönderilmesini engellemek ve sıkı sıkıya takip yapmaktır. Müdür, “Benden habersiz Kur’an harfiyle bir harf dahi gönderilmeyecek!” diye personeline yazılı bir emir çıkartır.
Bediüzzaman Hazretlerinin posta sistemi şöyle çalışırdı: Önce Isparta’da bulunan Hüsrev Altınbaşak’a mektup ve risaleler gönderilir. Ardından risaleler mumlu kâğıda yazılırdı. Mumlu kâğıda yazılan yazılar teksir makinesinin bulunduğu Sav köyüne, İbrahim Gül’ün evine gönderilir. Tahiri Mutlu ve Ali İhsan Tola teksir makinesinin başında risale ve mektupları istenilen sayı kadar çoğaltır. Risale ve mektuplar teksir edildikten sonra Isparta’ya Hüsrev Altınbaşak’a teslim edilirdi. Böylece Risaleler ve mektuplar Isparta’dan ihtiyaç olan merkezlere posta yoluyla gönderilirdi. Uzun süre sistem böyle işledi. Yeni gelen PTT müdürünün sıkı takibi sonrası posta yoluyla ne bir risale ne de bir mektup gönderilebildi. Bir müddet her şey göze alınarak postayla risale ve mektuplar gönderilir ama yakalanara el konuluyordu. Böylece postayla kitap gönderme işi sekteye uğradı. Muhtaç gönüllere risalelerin ulaşması için çözüm yolları aranmaya başlandı.
İşte tam bu sıkıntı zamanında Emirdağ’da bulunan Bediüzzaman Hazretleri, Hüsrev Altınbaşak’a elli adet Zülfikar mecmuası göndermesi için haber gönderir. Hüsrev Altınbaşak Hasan Kurt’a (Hasan Çavuş) “Bediüzzaman Hazretlerinin istediği kitapları postayla gönderemeyiz. Sen bu risaleleri Eğirdir’e Çilingir Ali’ye (Ali Savran) götür. Çilingir Ali orada postaya versin” der. Hasan hiçbir itiraz ve tereddüt dahi göstermeden büyük bir istekle “Tamam götüreyim” der. Hüsrev Altınbaşak, “Hasan, ana yoldan gitme. Bağ, bahçe ve ormanın içinde git. Yolda jandarmalar olabilir seni görmesin!” diye sıkı tembihte bulunur.
Hasan, hemen pazardan kalın bir ip ve bir de çuval alır. Elli adet “Zülfikar” risalesini çuvala yerleştirir ve ağzını sıkı sıkıya iple bağlar. Ağustos sıcağından etkilenmemesi için sabah erken saatlerde çuvalı sırtına alır ve Bismillah diyerek Eğirdir’e doğru yola çıkar. (Çuvaldaki kitaplar yaklaşık 25-30 kg ağırlığındadır.) Yolu kaybetmeden bahçelerden, ormandan ve dağlardan gider. Bir zaman sonra hava ısınır ve bu durum onu rahatsız etmeye başlar. Kitapların ağırlığı havanın sıcaklığı onu güçten düşürür. Yorgunluk ve sıcak hava onu yükü taşıyamaz duruma getirir. Eğirdir’e 10 km kala “Sevinç” köyüne yakın yere gelince kitap dolu çuvalı ormana saklar ve yol üstündeki bir çeşmeye giderek abdest alır ve namaz kılar. Daha sonra çeşmenin hemen yanı başında gövdesi geniş bir ağacın atına oturur ve sırtını ağaca yaslayarak uyur. Ayağına vurulan tekmeyle uyanır. Gözünü açtığında iki jandarmayı başucunda bulur. Kısa boylusu “Buralarda ne arıyorsun?” diye bir soru sorar. Hasan “Isparta’dan geliyorum Eğirdir’e gidiyorum” der. Kısa boylu jandarma, “Eğirdir’de ne işin var?” deyince Hasan, “Bir dostumu ziyarete gidiyorum” diye cevap verir. Jandarmalar Hasan’a ters ters baktıktan sonra ayrılırlar.
Hasan dinlenmiş bir şekilde ayağa kalkar. Ormanda sakladığı çuval dolu risaleleri yeni bir güçle sırtına alır. Ormanın içinden bağ ve bahçelerden geçer. Akşam namazına yakın Çilingir Ali’nin kapısını çalar. (Hasan o gün yaklaşık 35 km yol alır.) Kapıyı Ali’nin annesi açar. “Hasan bu ne hal kapkara kesilmişsin ne getirdin yine?” der. (Çilingir Ali’nin annesi Bediüzzaman Hazretlerinin duasını almış bir kadındır.) Hasan neşeli bir sesle ”Nur getirdim, nur valide!” der. Ali’nin annesi “Zaten senin nurdan başka ne işin var?” der. Bu arada Ali kapıya gelir ve Hasan’ı kucaklar. Hasan, çuval dolu kitaplar ile Hüsrev Altınbaşak’ın yazdığı bir mektubu ona verir ve “Bunlar Bediüzzaman Hazretlerine ulaşacak!” der. Çilingir Ali (Ali Savran) “Eyvallah, ben bunları Üstada gönderirim!” der. O gece Hasan Kurt, Çilingir Ali’nin evinde kalır ve sabah erken yola çıkarak Isparta’ya döner.
Hasan Kurt 1920 yılında Isparta’nın Sav köyünde doğmuştur. 15 Mayıs 2010 tarihinde vefat etmiş ve Sav mezarlığına defnedilmiştir.
Kaynak:
Isparta Kahramanları- Himmet Koçoğlu