Bediüzzaman Hazretleri, “Ahmed Feyzi, öyle bir salâbet-i imaniyeye sahiptir ki, Ege’de Nur Talebelerinin tamamı terazinin bir kefesine konsa, diğer kefesine de o konulsa, onun tarafı ağır basar” der. Ahmed Feyzi Kul, aslen Isparta Uluborlu’dandır. 1950 yılına kadar Aydın’ın ilinin Germencik ilçesinin Ortaklar bucağında kalır. 1950 yılından sonra da İzmir’in Selçuk ilçesinin Çamlık köyüne yerleşmiştir.
Ahmed Feyzi kul, 1930’lu yıllarda, Milaslı Halil İbrahim Çöllüoğlu vasıtasıyla Risale-i Nur’u tanır ve ardından Barla’da bulunan Bediüzzaman Hazretlerine bir mektup yazar. Çok sıkı takibat olduğu için mektubu posta ile gönderemez ve mektubu cebine koyar. Bir gün Ortaklar’dan bindiği tren kompartımanda Eğirdirli birisiyle tanışır. Ona, “Barla’da bir hoca efendi var, onunla görüştün mü hiç?” diye sorar. O kişi “Hayır, duydum ama görüşmedim” diye cevap verir. Ahmed Feyzi, “Peki, sana bir mektup versem, ona götürür müsün?” der. O da “veririm” deyince büyük bir sevinçle mektubu ona verir. O şahıs daha sonra Barla’ya Bediüzzaman Hazretlerinin yanına gider. Kompartımanda Ahmed Feyzi Kul’un konuşmasında ve duruşundan çok etkilendiği için “Mektubu Aydın müftüsünden getirdim” diyerek Bediüzzaman’a verir. Bediüzzaman Hazretleri de mektubun üzerine “Yeni, mühim bir kardeşimiz Müftü Ahmed Feyzi Efendi’nin fıkrasıdır, lâhikaya girsin” şeklinde bir ifade yazar. Bir arama sonunda mektup ele geçirilir. Mektuptaki Aydın müftüsü ibaresi göz önüne alınarak Aydın müftüsü Mustafa Üründür Efendi Eskişehir hapishanesine götürülmek üzere tutuklanır. Müftü bir müddet Eskişehir hapishanesinde tutuklu kalır.
Ahmed Feyzi, daha sonraki yıllarda Risale-i Nur’a yoğunlaşarak mühim hizmetlere vesile olur. Özellikle Afyon Mahkemesi safhasında hitabet ve yazılarından dolayı Bediüzzaman Hazretleri ona, “Risale-i Nur’un manevî avukatı” der. Ayrıca çok kuvvetli hitabet kabiliyeti ve ilm-i cifre vukufiyeti vardı. Yazdığı “Maidetü’l-Kur’an” kitabı bizzat Bediüzzaman tarafından “Tılsımlar” mecmuasına zeyl olarak konulmuştur. Maidetü’l-Kur’an (Kur’an sofrası), Ahmed Feyzi Kul’un ayet ve hadislerden Risale-i Nur’a dair yaptığı cifir ilmine dayanan bazı istihraçları bir araya getirdiği eseridir. Bediüzzaman Hazretleri de eseri görmüş, okumuş ve tasdik etmiştir. Hatta Bediüzzaman tarafından bu risale bazı ta’dil ve tashihlerden sonra, 1946-1948’lerde teksir makinesiyle ve İslam harfleriyle neşredilen Tılsımlar mecmuası adlı kitabın ahirine ilhak edilerek neşredilmiştir. Fakat 1948’de vukua gelen Afyon Mahkemesi savcı ve hâkimleri veya onun ehl-i vukufu Mâidetü’l- Kur’an eserini, rapor ve iddianamelerinde çok fazla mevzu ettikleri için, Bediüzzaman Hazretleri Afyon hapsinden sonra onu tılsımlar mecmuasının arkasından ayırmış ve umumî neşirden kaldırmıştır.”
Ahmed Feyzi Kul, Denizli ve Afyon hapsinde Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte bulunmuştur. Afyon Mahkemesinde fevkalâde cesurâne müdafaalar yapmıştır. Bediüzzaman Hazretleri onun için “Nur`un asıl avukatı budur” dermiş. Ahmet Feyzi Kul o kadar güzel beliğane bir tarzda konuşurdu ki ona “Siz hangi üniversiteden mezunsunuz?” diye sorduklarında “Ben Risale-i Nur üniversitesinden mezunum” diye cevap verirmiş.
Musa Yukarı şöyle bir hatırasını anlatır: “Ahmet Feyzi Ağabey, bizim Ayrancılar’a çok gelir, risalelerden dersler, sohbetler yapardı. Bu arada bir kardeşimiz ona şöyle bir sual sordu: ‘Ben Risale-i Nur’u okuyorum, fakat anlayamıyorum, ne yapmam lazım?’ dedi. Feyzi Ağabey buna ‘Tahsilin ne?’ diye sordu. O da ‘ilkokul’ dedi. ‘Şimdi sana tahsili çok yapsan, üniversiteyi bitirsen anlarsın, desem çok üniversite bitiren var, tahsil yapmışlar var, anlayamıyorlar. Arapça ve Farsça bilsen anlarsın desem... Onlardan da çok Arapça, Farsça bilenler var, onlardan da anlamayanlar var. Şimdi ben sana Risale-i Nurları anlaman için şunu tavsiye edeceğim. Evvelâ tövbe ve istiğfar edeceksin. Hangi günahlarım var ki Kur’an’ın bu asırdaki tefsirini anlayamıyorum, hangi günahlarım mâni oluyor?’ diye tövbe ve istiğfar edeceksin. İkinci tavsiyem de mideye giren lokmaya dikkat edeceksin, haram olmasın. Eğer vücuda giren lokma haram olursa nasıl ki bir çeşmenin havuzuna bulanık su girerse etraftaki muslukları açınca bütün sular bulanık akar, mideye de haram girdi mi bütün vücudun azaları bulanır, göz hakikati göremez, kulak hakikati işitemez olur, bütün azalar bulanır. Demek ki 1- Tövbe istiğfar edeceksin. 2- Vücuda haram lokma almayacaksın. İşte o zaman Risale-i Nurları anlarsın’ dedi.”
Ahmed Feyzi Kul, “Antalya’da, gurbette, oruçluyken vefat etmiştir. Teravihi cemaatle kılmış, gece sahura kalkmış, sabah namazını da kılmıştır. Öğleye kadar kalkmayınca bakmışlar ki çok hastadır. Orucunu bozdurmak istemişler ama o, orucunu bozmamış. Hastaneye kaldırılmış. 17 Ekim 1972`de Antalya’da Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Selçuk’a yakın bir köy olan Çamlık Kabristanına defnedilmiştir. Kabristan komşuları şunlardır: Mehmet Emin Kul, Hasan Atıf Egemen, Cahit Erdoğan, Nail Papatya, Saim Atlıhan, Mustafa Tezcan, Ahmet Çağdır, Fethullah Altıkat, Mücahit Karadeli, Şükrü Yazıcılar.
Kaynak:
Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor-1