Şahıslar önemlidir; fakat şahs-ı manevî daha önemlidir.
Şahıslar olmadan şahs-ı manevî olmaz. Bediüzzaman Hazretleri’nin en önemli “devrim”lerinden birisi hiç şüphesiz; nazarları şahıslardan kitaplara çevirmesidir. Vefatından sonra imana, Kur’ân’a hizmet için artık bir ‘halife’ye ihtiyaç yoktur. Said Nursî’nin halifesi kitaplarıdır.
Bunu daha hayatta iken şahsını geri plana çekip Risale-i Nurlar’ı nazara vererek yapmıştır. Kendisiyle görüşmek isteyenleri Nurlar’a yönlendirmiştir. ‘Said yoktur, Said tam toprak gibi olmak gerektir, ben bir tohum gibi çürüdüm, benim bedelime Nurlar daha fazla hizmet ediyor, bir mesele varsa aranızda meşveret ediniz’ mealindeki beyanları hiçbir tevile ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır. ‘Ders-i Kur’ânî’de ben de sizin bir ders arkadaşınızım’ ifadesi içinde bir tevazuyu barındırdığı kadar; belki daha fazla olması gereken bir hakikati barındırır.
İSLÂM DENGE DİNİDİR
Bu konuda dengeyi korumak çok önemlidir. Dinler tarihinde Peygamberlere gösterilen sevgide ifrat ve tefriti kırıp, vasatı gösterme takdir ve iradesini görürüz. Yani ne inkâr etsinler ne de-haşa-Allah’ın oğlu desinler.
İslâmın ilk şartı olan Şehadet kelimesinde “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu” deriz. “Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur, yine ben şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Resûlü’dür.” Yani Hz. Muhammed (asm) hem O’nun kulu, hem Resulüdür. Önce kuldur, sonra resuldür. Bu bizi Hz. İsa’ya (as) muhabbetten ifrata giden Hıristiyanlardan ayırır. ‘Kuldur, ama aynı zamanda Resul’dür’ hakikati ise; ‘O’ da bizim gibi bir insan, O öyle diyorsa, ben de böyle diyorum’ diyerek tefrite düşen inkârcılardan ayırır.
‘BİZİM DE BİR REYİMİZ VAR!’
Bu ayırımı çok iyi bilen Sahabe Efendilerimiz (ra), Hz. Peygamberin (asm) her emrine itaat ederken; diğer taraftan ziraatla ilgili bir konuda edep sınırlarını taşmadan medenî cesaretle sorarlar: ‘Ya Resulullah (asm), bu vahiy mi, yoksa sizin şahsî reyiniz mi? Eğer vahiy ise baş üstüne, şayet şahsî reyiniz ise bu konuda bizimde bir reyimiz var.’
Yani fert, kişi-toplum, cemaat ilişkisinde ne şahsiyet yok sayılıp fert ezilsin; ne de şahıs ve enaniyet ön plana çıkarılarak toplumun, cemaatin kuralları hiçe sayılsın. Çünkü ‘bir cemiyete giren cemiyetin nizamını ihlâl etmemesi’ gerekir. Bu dünyevî ilişkilerde böyle olduğu gibi, iman hizmetini esas alan cemaatlerde de böyledir. Adalet-i mahza ile ne fert silikleştirilip feda edilsin; ne de cemiyet ferdi haddinden fazla ön plana çıkarıp kutsayarak cemiyetin / cemaatin huzuru ihlâl edilsin, bütün iyilikler bir tek kişiye verilsin. Tekrarlayacak olursak; şahıs önemlidir; fakat şahs-ı manevî daha önemlidir.
ŞAHISLAR FANİ, İSLÂM DÂVÂSI BAKİDİR
Hz. Peygamber (asm) vefat edince şoka girenlere Hz. Ebubekir’in (ra) ikazı ne kadar ibretliktir: “Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a (cc) tapıyorsa; bilsin ki Allah bakidir.”
Bediüzzaman Hazretleri de vefat edince talebeleri kısa bir şoktan sonra, şahs-ı maneviyi meşveretle tesis ve temsil ederek iman Kur’ân hizmetine devam etmiştir. Mehmet Kutlular Ağabey defalarca anlatmıştı: ”Gazetenin müdürü merhum Mustafa Nezihi Polat vefat edince gazete devam etmez diye ümitsizliğe düşenler olmuştu. Hamdolsun bu günlere geldi.”
Yine Üstadın Zübeyir Gündüzalp’e, “Zübeyir ben bu dâvâdan dönsem ne yaparsın” diye sorunca; ‘Üstadım hastalanmıştır, derim. Elini öper ben yine hizmetime devam ederim’ dediğini anlatmıştı. Sarsıcı, ama gerçek.
ADALET: FERDİN DE, CEMAATİN DE HUKUKUNU KORUMAKTIR
Demek ki şahıslar fani, İslâm dâvâsı bakidir. Bu dâvâ Hz. Peygamberden (asm) sonra devam ettiği gibi, Ashabdan (ra) ve müceddidlerden sonra da kıyamete kadar devam edecektir. İhlâsla, uhuvvetle, muhabbetle bu hizmeti omuzlayanlara ne mutlu! Onlar hizmetlerinin ücretini, insanlardan değil Allah’tan beklerler.
Hizmet edenlere gerekli hürmet ve muhabbeti gösterelim, ama; şahs-ı maneviyi daha kuvvetli ve diri tutalım.
Dengeyi muhafaza edelim. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da; Üstadın muktesit mesleği rehberimiz olsun. Şahıslara ne ‘Haydo’ diyelim; ne de ‘Haydar Ağa!’ Sadece ve sadece ‘Haydar!’ diyelim. Çünkü adalet ve hakkaniyet bunu gerektirir.