Mehmet Ali Özdin Denizli’nin Tavas İlçesi’nde dünyaya gelir.
Daha sonra Nazilli’ye yerleşir. Denizli Hapsi’nde (1943) Üstad ile kalan Şevket Kahraman, Nazilli’de Nur hizmetini başlatır. Özdin de bu yıllarda Risaleleri tanır. Mustafa Öztürk ve dört Mehmetler’in (Büker, Özdin, Tokyay, Oğuz) katkılarıyla hizmet genişler. 1955 yılında Türkiye’nin ilk Nur dershanelerinden birini açarlar.
Özdin hizmette aktif olarak görev alır. Son yıllarda Risalelerin neşri yaygınlaşmakla beraber denetim sıklaşmıştır. İstihbarat Nur faaliyetlerini daha yakından izlemeye alınır. Köylere kadar uzanacak şekilde yoğun denetim döneminden geçilir. İlgi Türk istihbaratıyla sınırlı değildir. Yabancılar da ülkelerine bilgi servis etmektedir. 1957 seçimlerinin ardından bazı Nur Talebeleri derdest edilir. Nazilli Nur Talebeleri de merceğe alınır. Daha sonra İngiliz ve Fransız büyükelçiliklerine de konu olacak raporda “Mehmet Ali Özdin ve Mehmet Toker adlı şahıslar saf vatandaşların dini hislerini istismar ederek Nurculuk lehinde ve laiklik aleyhinde propaganda yaptıklarından yakalanıp tevkif edilmişlerdir.” denilmektedir.
BEKİR BERK NAZİLLİ’DE
1958’de Nazilli’de dershane basılır. Özdin’in de içinde bulunduğu bazı talebeler tutuklanır. O günlerde Üstad’dan Ankara Nur Talebelerine Risalelerin mâhiyetini anlatan bir mektup gelir. Şimdi tam zamanı, deyip mektubu bastırırlar. Altına “Tâhirî, Sungur, Bayram, Zübeyir, Ceylan, Rüşdü” isimlerini yazarlar. Emniyetin haber alması üzerine imza sahipleriyle birlikte bazıları tutuklanır. Bekir Berk Nur Talebelerinin avukatlığını yaparak beraat ettirir.
1960 ihtilâlinden kısa süre önce dört Mehmetler tekrar tutuklanarak Nazilli Cezaevine konulur. İdamla yargılama başlar. Üstad olaydan haberdar olur. Bir mektupla teselli eder. “Kardeşlerim! Korkmayınız ve üzülmeyiniz. Aydın Ağır Ceza Mahkemesi sizin dâvânızı beraatle nihayetlendirecektir.” Şaşırırlar. Dâvâ Nazilli’de görülmesine ve idamla yargılanmalarına rağmen Üstad beraat edeceklerini, kararı Aydın’ın vereceğini söylemektedir. Aradan bir hafta bile geçmeden Aydın’a nakledilirler. Korkunun kol gezdiği dönemde seccadesi çantasında, kellesi koltuğunda bir avukat ararlar. Aranan kan İstanbul’da bulunur. “Bekir Berk.” Berk dâvâyı tereddütsüz kabul eder. Kaç lira istiyorsun?, diye sorduklarında cevabı hamiyet ehli herkesi sevinçten ağlatacak, şükür secdelerine vardıracak cinstendir. “Bu ağabeyler bu hizmet için kaç para aldılarsa, bana onu verin yeter” deyip dâvâyı karşılıksız alır.
Özdinler, hapiste de hizmete devam ederler. Hapiste Yunanlı balıkçılar da vardır. Onlara İslâm’ı anlatırlar. Birisinde sesleri yankı bulur, hidayete erer. Kısa zamanda mânâ âleminde hayli mesafe kat eder. Bir gün dünün Yunan’ı, bu günün Müslüman’ı rüyasında Özdinlerin beraat edeceğini görür. Gerçekten de idamla yargılanan Özdinler Bekir Berk’in kahraman savunmasıyla beraat ederler. Yedi ay yirmi gün süren hapis hayatı sona erer. Üstadın kerameti, Yunanlı muhtedinin rüyası tescillenir.
ÖZDİN BABAOCAĞI DENİZLİ’DE
Özdin bir süre sonra Denizli’ye yerleşir. Burada da hizmete omuz verir. Fakat polisin nefesi yine enselerindedir. Kısa süre sonra bu sefer kardeşi Yusuf ve Nihat Dinçer ile Denizli Medrese-i Yusufiyesine düşerler. Özdin’in Üstad’la görüşüp görüşmediği bilinmiyor, fakat Üstad’la görüşen Bekir Berk’in gözlerini görmüştür. Üstadın kendilerine yazdığı sözleri (mektup) okumuştur. Bu sefer de Üstadın kaldığı Denizli Medrese-i Yusufiyesi’ndedir. Karanlık gecelerin nurlu sabahı Bekir Berk yine sahneye çıkar. Zindanları ağartan sesiyle Özdinleri Yusufiyeden çıkarır.
Zindanlar ve sıkıntılar içre süren Nurlu hayatı Denizli’de sonra erer. İlbadı Kabristanı’ndaki kadim Nur Talebelerine arkadaş olur. Hafız Ali Ergün’ün yattığı hapisten sonra bu sefer onunla aynı kabristanı paylaşır.
BAYRAK DEVRİ
Özdin, oğlu Fikret’le hizmet eder. Vefatından sonra Fikret bayrağı alır. Yurtdışına hicret eder. (Tarih bilinmiyor.) Tokyo Camii’nin yapılmasına vesile olan seçkinler arasına girer. Bir süre Kırgızistan’da halıcılık yapar. Burada tanıştığı Kırgız Sabira Hanımla evlenir. Bir zaman sonra Kutsal topraklara giderler. Sabira Hanım yolculuktan ve gördüklerinden çok etkilenir. Fakat garip bir şekilde hastalanarak komaya girer. Fikret Bey ıztırapla duâ eder. Hiç ümit yokken Rabbi duâlarını kabul eder, eşi gece kendine gelir. Veda haccına gitmek istediğini söyleyince birlikte Kâbe’ye giderler. Tavaf yapılırken tekrar fenalaşır. Üç gün daha komada kalır. Müdahaleler sonuç vermez. Fikret Bey tekrar Rabbine sığınır. “Allah’ım bu diyarlardan beni onsuz geri döndürme!” diye niyaz eder. Duâlar tesirini gösterir. Üç gün sonra Sabira Hanım tekrar dünyaya döner. Fikret Bey hayretler içindedir.
Hac dönüşü Sabira Hanım başını örter, bütün baskılara rağmen bir daha açmaz. İki oğlu dünyaya gelir: Osman Gazi ve Ertuğrul Gazi... Fikret Bey ve Sabira Hanım oğullarını Osmanlı’ya lâyık şekilde yetiştirmeye çalışır. Sabira Hanım evlâtlarını abdestsiz emzirmez. Sen helâl sütle beslenirsen Allah da sana helâl süt emmiş, evlâtlarını abdestsiz emzirmemiş bir eş nasip edecektir elbette.
Bir gün Madagaskar’a giderler. Karşılarına beklemedikleri biri çıkar. Türkler vesilesiyle Risale-i Nurlar ile tanışan ve aşkla Nur hizmetine koşan Kırgızlı Talgat ile karşılaşırlar. Çok mutlu olur. Dünyada Cennet lezzetleri sürgün vermiştir. Sürgünler sürgünü dünyadan gitme vakti gelmiştir.
Nitekim 2013’te Güney Afrika’da geçirdiği trafik kazasında 60 yaşında vefat eder, Bayram Yüksellere arkadaş olur. Mübarek bedeni hicret yurdundan alınarak Denizli İlbadi Kabristanı’ndaki babasının kucağına bırakılır. Allah rahmet eylesin.