Süleyman Taşkıran, 1930 yılında Denizli’nin Tavas ilçesinde dünyaya gelir.
1951 yılında Isparta’nın Senirkent ilçesinin Büyükkabaca Köyü’ne karakol komutanı olarak atanır. O günlerde Bediüzzaman da Çam Dağı’nı mesken tutmuş, civardaki köy ve kasabalarda gönül kazanma derdine düşmüş, gelene geçene Rabbini anlatmaktadır. Büyükkabaca Köyü de uğrak yerlerindendir. Süleyman gönüller sultanı Üstadın adını ilk kez burada işitir.
Süleyman’ın ruhunda Hz. Süleyman ve Kanunî Sultan Süleyman vardır. O günlerde kara listede olan Üstadın Büyükkabaca Köyü ziyaretlerine göz yumar. Süleyman göz yumar da, Senirkent kaymakamı, savcısı ve bölük komutanı yummazlar. Kısa sürede hemen her memur Üstadın Büyükkabaca’ya sık sık geldiğini öğrenir. Köydeki iftiracılar da boş durmaz. Süleyman’ın Bediüzzaman’a karşı hoşgörülü tavrını merkeze iletirler. Bir gün telefonu çalar. Arayan bölük komutanıdır.
“Said Nursî bazen oraya geliyormuş, senin askerlerin ilgilenmiyormuş.” diyerek kalayı basar.
Süleyman ‘gereği yapılacaktır’ diye cevaplasa da bildiğini okur, Said Okur’a dokunmaz. Bediüzzaman hakkında gelen yazıları sümenaltı eder. “Her ne kadar aramışsak da mıntıkamızda Said Nursî bulunmamıştır, buralarda rastlanmamıştır” diye yazıp yazıp gönderir.
Fakat Komutan da az değildir. Süleyman’ın saman altından su yürüttüğünü bilmektedir. Aynı emirle birkaç defa daha arayınca Süleyman köydeki üç-dört berduşu çağırır. “Buraya Hocaefendi geldiği zaman bana haber verin. Yoksa sizi burada rahat bırakmam!” diye tehditvari emir verir. İki-üç gün sonra berduşlar kapısını çalarlar. Müjdeli (!) haberi verirler. Bediüzzaman köye teşrif etmiştir.
BÜYÜK BULUŞMA
Süleyman tedbirli davranır. Karakolda dört asker vardır. Bölük komutanını arar.
- Hocaefendi burada. Biz beş kişiyle bu işi görür müyüz, yoksa takviye asker gönderecek misiniz?
Bunun üzerine Merkezden beş asker daha gönderirler. Süleyman takviye kuvvetle Üstadın kaldığı eve gece baskın yapar. Baskın dediysek basbayağı Nur dersine gitmek işte.
Selâm verip içeri girerler. Geniş odada çoğunluğu yaşlılardan oluşan bir grupla Üstad sohbet etmektedir. Soyadını hatırlayamadığı Süleyman isimli, beyaz tenli, güzel mi güzel, yakışıklı mı yakışıklı bir genç dikkatini çeker. İhtimal ki kendi gençliğini görür Süleyman’da. Bir şu genç Süleyman’a bak, bir de şu günahkâr komutan Süleyman’a. Genç bedenini Hocaefendiye sur etmiş, sen hapsetmeye mi çalışacaksın. Yakıştı mı şimdi sana komutan.
Üstad Süleyman’ı görünce “gel evlâdım gel” diyerek yanına çağırır. Git Süleyman git. Kervan Cennete doğru yola koyulmuş, kalma geri...
Tatlı bir şaşkınlıktan sonra hüzünlü bir sesle dile gelir Süleyman. “Hocam kusura bakma, ama biz seni almaya geldik.”
Üstad bu, bir bakışta, bir seste, bir görüşte insanı tanır. Böyle nezaket sahibi birine zorluk çıkarmanın âlemi yoktur. “Gidelim evlâdım.”
Talebelerine döner. “Siz oturun, biz gidelim onbaşıyla.”
Bediüzzaman ve talebesi genç Süleyman’ı alıp karakola götürürler. Askerler “Said Nursî Hazretleri’yle” sohbet ederler. Üstad Süleyman’a gayet iyi davranır. Nerelisin, nerden geldin gibi sorular sorar. Aldığı cevaplardan sonra “Senin istikbalin parlak oğlum.” diyerek iltifat eder. Süleyman da “Allah razı olsun hocam.” diye mukabele eder. Nihayet konu Süleyman’ın hiçbir zaman içine sinmeyen Üstad hakkındaki iddialara gelir. Üstada, Bediüzzaman hakkındaki tamimlerden, dosyalardan bahseder.
Süleyman son derece misafirperver davranır. Kendi yatağını Üstada, askerlerden birinin yatağını da genç Süleyman’a verir. Üstad “Yatalım mı çocuklar?” deyince yatarlar.
GENÇ BÜYÜKKABACALILAR OPERASYONU
Bu arada köyün hamiyetperver gençleri de boş durmamışlardır. Bediüzzaman’a işkence ediliyor endişesi taşıdıkları için karakola operasyon yapma kararı almışlardır. Kucak kucak cephane taşırlar. Cephane dediysek Büyükkabaca’nın ufak tefek taşları işte. Karakolun telefonlarını keserler. Ufuk sahibi adamlar … Böylece karakolun merkezle bağlantısını kesmişlerdir.
Komutan Süleyman Üstadın yattığını görünce kandili söndürür. Kandilin sönmesiyle birlikte genç Büyükkabacalılar operasyonu başlatırlar. Karakolu taş yağmuruna tutarlar. Askerler bırak karşı koymayı başlarını bile kaldıramazlar. Süleyman Üstaddan medet ister: Hocam nasıl edeceğiz, nasıl durduracağız bunları?
Üstad hemen davranır. Ne kadar bağırırsa bağırsın sesini duyuramaz. Bu sefer Süleyman devreye girer. “Durun, bir dinleyin!” diyerek bağırır. Nihayet taş yağmuru kesilir. Üstad fırsatı değerlendirerek pencereye çıkar: Onbaşı bana iyi davrandı, bana yatağını verdi, daha ne yapsın! Yapmayın, taşlamayın.
Emir büyük yerdendir. Gençler taşları yere bırakırlar.
Sabah olunca Hoca biraz okur. Ardından kahvaltıya otururlar. O arada köylüler üç at getirmişlerdir. Birine Komutan Süleyman, birine Hocaefendi, diğerine de genç Süleyman biner. İki asker eşliğinde 25 km mesafedeki Senirkent’e doğru yola çıkarlar.
Senirkent’e varır varmaz Üstadı mahkeme salonuna alırlar. 15-20 dakika sonra Üstad salondan çıkar. Kendini bekleyen Büyükkabacalıların refakatında köye dönerler. Süleyman da onlarla dönmek ister, fakat merkez komutanı engel olur. Süleyman’la göz göze gelirler. Başkomutan sinirlidir. Süleyman görevini ihmal etmiştir (!) “Benim seni cezalandırmam lâzım, ama oraya kimi göndereyim! Çabuk git, bana görünme!” diye hakaretler yağdırır. Öfkesi geçince serbest bırakır. O da yanındaki askerlerle köye döner.
Büyükkabaca’ya vardıklarında da hemen Hoca’ya sorar. Üstadın köyde olduğunu söylerler. Akşam Üstadı ziyaret etmeye niyetlenirken merkezden emir gelir. Görevi ihmal ve Bedüzzaman Hocayla istişare ediyor iddialarıyla merkeze çekilir. Utanmasalar yardım ve yataklıktan ceza vereceklerdir. O günden sonra bir daha Üstadı göremez. Ondan kalan tek hatıra dünyalara değişilmez bir duâdır: Oğlum senin istikbalin parlak.
O gün Üstada gösterdiği hürmetin mükâfatını alır. Askerden döndükten sonra bir grup arkadaşıyla Tavas’ta Kur’ân Kursu açarlar. İdare heyetinde görev alır. Artık bir elinde Kur’ân diğerinde Kur’ân tefsiri Risale-i Nur vardır. O gün bu gündür iki kitap bir elinden diğerine dolaşır durur.