Ahmet Feyzi Kul 1898 yılında Isparta, Uluborlu’da dünyaya gelir. Kökenleri Mekke’ye dayanır. Osmanlı mektep ve medreselerinde eğitim gören Feyzi, ciddî bir birikime sahip olur.
İlmini zekâsı ve hitabetiyle birleştirince genç yaşta sohbet ve ilim meclislerinin aranan yüzü haline gelir.
Anadolu için en zorlu dönem 1910-1940 yıllardır. Feyzi hayatının en verimli günlerini cephede ve savaşa bağlı rahatsızlıkların tedavisiyle geçirmek zorunda kalır. İlerleyen yıllarda Bediüzzaman ile tanışacak, bu yolda mahkemelere ve hapse düşecektir. Eğer savaş günlerini görmemiş olsaydı ihtimal ki Üstadın arkasında bu kadar cesaretle duramayacaktır. 1930’lu yılların başında Halil İ. Çöllüoğlu kendisine Üstad’dan bahsederek Risale verir.
Eserlerden çok etkilenir, o aşkla Üstad’a hayranlığını ifade eden mektup yazar. Zamanla Risalelerin anlam dünyasına nüfuz edince, dünya için milât ve umut olduğunu hisseder. Helâket ve felâket devrinde çığır açacağını fark eder.
Fetrette fethin ayak seslerini işitir. O günden sonra bütün varlığıyla Risaleleri sahiplenir. Sohbet meclislerinde, vaaz kürsülerinde heyecanla Üstad’ı anlatır. Mahkeme salonlarında korkusuzca savunur. Muhteşem savunmasıyla hafızalara “Risale-i Nur’un Mânevî Avukatı” olarak kaydedilir. Risalelerin birçok yerinde isim geçer. Birçok mektubu yayımlanır.
HAFIZ ALİ İLE YOLLARI KESİŞİYOR
Risaleyi tanıdığında henüz hizmet halkası geniş değildir. O günlerde Bediüzzaman’ın hizmetinde temayüz eden zatlardan birisi Hafız Ali Ergün’dür. Feyzi, helâket ve felâket devrini gördüğü için daima fetih ve füruc arar. Bir kurtarıcı beklentisi içindedir. Hafız ile tanıştıktan sonra bu yöndeki beklentilerini ve çekincelerini ifade eder. Hafız, ahir zamanla ilgili Feyzi’nin o güne kadar edindiği bilgileri ve kanaatleri yıkacak şeyler söyleyince kabullenmek istemez. Tamam, Bediüzzaman büyük bir âlim, ama nereden belli âhirzamanın yükünü taşıyabileceği...
Hafız, Feyzi’nin gözündeki perdeyi kaldırır, hakikati bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer. “Kardeşim bir düşün, bugün küfür ve ilhad ile boğazlaşan kuvvet kimin elindedir?” Soru karşısında çok sarsılır. Uzun ve derin sorgulardan sonra Üstad’ın beklenen zat olduğunu kavrar. O günden sonra hayatını Üstad’a vakfeder. Bütün sonuçları göze alarak adını haykırır. Maidetü’l-Kur’ân ve Hazinetü’l-Burhan adlı eseri yazarak Risale-i Nur’a işaret eden âyet ve hadisleri şerh eder.
HÂkime Hesna Hanım’ın karşısında
Bediüzzaman’ın dalga dalga yayılan sesinden derin güçler rahatsız olur. 1934 yılında talebeleriyle Eskişehir hapsine konulur. Feyzi hizmette önde olmasına rağmen tutuklanmaz. Gerekçesi tebessüm ettirecek cinstendir. Üstad’a yazdığı mektuba “Aydın Müftüsü” diye imza atınca Ahmet Feyzi yerine o tarihte Aydın müftüsü olan Ahmet sehven tutuklanır.
Eskişehir hapsinin üzerinden on yıl geçmiştir. Bu süreç içinde Feyzi’nin ruh dünyası tamamen Risaleye göre şekillenmiştir. Artık hapsi kaldıracak seviyeye gelmiştir. Derin yapılar Eskişehir günlerini hatırlatan senaryoyu tekrar vizyona koyarlar. Birçok Nur Talebelesi tutuklanarak Denizli hapsine konulur. Feyzi de o bereketten hissesini alır. Hapiste Üstad ve saff-ı evvel talebeleriyle çok güzel günler geçirir.
Bir gün Hâkime Hesna Şener’in karşısına çıkarılır. Pamuk kalpli, merhamet ve adalet timsali Hesna Hanım, Feyzi’nin hapis köşelerinde çürüyüp gitmesine gönlü razı değildir. İçi kıyılır. Mesleğini kaybetmek pahasına Feyzi’ye merhametini gösterir. Kendisinin hâkim, Feyzi’nin mahkûm olduğunu unutur. “Ah amcacığım” der “Şimdi perişan olacak, hapislerde çürüyeceksin. Kıl namazını, otur evinde. Böyle işlere karışma. Sana ve çoluk çocuğuna yazık değil mi?” Allah’ın sadık kulu Feyzi, “A kızım! Müslüman olmak o kadar kolay değil ki!” der.
ZOR ZAMANLARIN ADAMI: FEYZİ KUL
“Kul” denilince ilk elden etliye sütlüye karışmaz, kendini yalnızca ahirete vermiş, Allah’lık adam anlaşılır. Oysa kul her minvalde Hakk’ı temsil eden, hakkın hatırını hiçbir şeye feda etmeyen kişidir. Ahmet Feyzi Kul bu kullardandır. O zor zamanların insanıdır. Hakikati her durumda haykırmaktan çekinmemiştir. Ömrü çile ve zorluklarla geçmiştir. 21 ay İngiliz esaretinde kalmıştır. Malta zindanlarından sonra bu sefer kader onu Denizli Zindanına düşürmüştür. Hapiste hayli sıkıntı yaşar. İşkence görür. Yaş otla dolu yastığa yatırılır. Bir soğuk, bir sıcak su tazyikiyle eziyet edilir. O gün gafillere korkusuzca hakikati haykıran Feyzi’ye dostları yaşananları sorduğunda “ne önemi var?” diyecek kadar da mütevazıdır. O günlerde Feyzi’nin canını acıtan tek şey ruhları İngilizleşmiş kendi halkından birilerinin kendisine işkence etmesidir.
Zalimler, Allah’ın nurunu üflemekle söndürmeye çalışsalar da, Allah muhakkak galiptir; gün gelecek daha gür ısı ve ışık verecektir. Feyzi ve Nur Talebesi kardeşlerinin işkence gördüğü o günlerde Allah gönüllerini hoş edecek, yüzlerini güldürecek güzellikler nasip eder. Feyzi bu güzelliklerde başroldedir.
Feyzi, hapiste Hafızın enginliğini daha derinden kavrar. Bir gerçeği anlamanın göstergesi onu yaşamak ve yaşatmak için gerekirse hayatını feda etmektir. Hafız çağın en yüksek hakikati Bediüzzaman’a bu şuurla bağlıdır. Hapis bunun şahidi olur, Üstad yerine vefat eder. Feyzi, çok üzülür. Hafız’ın hakkını bir daha teslim eder. Gün gelir Hafız bulut gibi dünyadan çekilir. Hapiste hüzün sağanağı başlar. Feyzi de yağmurdan nasibini alır. Eline kalemi alır. Kan ve gözyaşıyla karılmış mürekkeple acısını kâğıda döker.
Mahkemede Üstada ‘Bütün dünya seni inkâr etse, sen de inkârlarını kabul etsen, illa bu Ahmed Feyzi, seni yine de âleme ilân edecektir!’ diyen Feyzi bu duyguyla Anadolu’yu karış karış dolaşırken 1972 yılı Ramazan’ında fenalaşır. İkindiye doğru oruçlu halde ruhunu teslim ederek Üstadına kavuşur.