"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Nur’dan bir amca”: Mehmed Ali Çakıcı

Mustafa ORAL
20 Şubat 2019, Çarşamba
Mehmed Ali Çakıcı 1912 yılında Denizli’nin Homa Kasabasında dünyaya gelir.

Ege bölgesindeki hizmetleriyle Risale-i Nur tarihine altın harflerle geçen Hasan Atıf Egemen Homa’ya gelerek Nur hizmetine katılır. Yıllar içinde Çakıcı onun en önemli yardımcılarından biri olur. İkili arasındaki dostluk ve kardeşliğe Çakıcı’nın kız kardeşiyle Atıf’ın evlenmesiyle akrabalık da eklenir. Homa’da hizmetler kısa sürede hız kazanarak halka genişler. Nur dersleri yapılmaya başlanır. Nur talebelerinin evlerine sık sık baskınlar yapılır. Fakat onlar geri adım atmazlar. Hizmet halkasına girenler Savcılık tarafından bir bir kayda geçirilir. 1943 yılında Çakıcı’nın da içinde bulunduğu 18 Nur talebesi tutuklanır. Hapse götürülürken istasyonda mola verilir. 18 inanmış adam kelepçeli halde kendilerinden geçmişçesine namaza durur. O günlerce on yaşında bir çocuk olan Sabri Karagöz ilk kez böyle bir manzarayla karşı karşıyadır. Görüntüden o kadar etkilenir ki o anlar rüyalarına kadar sirayet eder. O gün farkında olmadan güzel bir rüyaya durmuştur Sabri. Zira yıllar sonra babası vasıtasıyla sahabe saffeti taşıyan bu güzide insanların kimler olduğunu öğrenecek, bu ezeli ruhun parçası olacaktır. Bir gün babası Çakıcı ile konuşurken konu istasyonda namaz kılan maznunlara gelir. Çakıcı “onlardan birisi de bendim” deyince Sabri’nin rüyası tamama erer, uyanır. Ondan sonra Sabri’nin gözünde Çakıcı, “Nur’dan bir amca” olarak büyüdükçe büyür. Bu hal Çakıcı vefat edene kadar devam eder.

ÜSTADIN RAHLESİNDE RUHLAR MAYA TUTUYOR

Çakıcı hapiste Bediüzzaman’ın rahlesinde diz kırar. Üstadı ve Nur’un tapusu Hafız Alileri, Tahirileri ilk kez orada görür. Onların hâlleri ruhuna maya çalar. Gün gelir maya tutar. Çakıcı güçlü, kuvvetli, pehlivan gibi bir adamdır. Üstad da onun bu hâline gönderme yapar, “Risale-i Nur’un Rüstem’i” diye iltifat eder. Gerçekten de bu pehlivan Üstadla nefsini mağlup edip bedeniyle ruhunu bütünleyerek Nur hizmetinde önemli mihenk taşlarından biri olur. Bulunduğu her ortamda bedeninin ağırlığı kadar ruhunun ağırlığını da hissettirir.

Hapis şartları ağırdır. Zalimlerin planı katman katmandır. Kaleyi içeriden yıkmaya çalışmaktadırlar. Nur talebeleri arasında fitne çıkararak birbirine düşüreceklerdir. Plan kısmen tutar. Bazı Nur talebeleri arasında nazlanmalar olur, ufak tefek kırıcı hadiseler cereyan eder. Bilhassa Hüsrev Altınbaşak ile Atıf Egemen arasındaki ilişki limonilikten öteye geçer. Kardeşinde fani olmak mesleğini takip eden iki nur talebesindeki münasebet kardeşlikten çıkıp resmiyete, beylik seviyesine iner. Birbirlerine Bey diye hitap ederler. Üstad Çakıcı’yı bu günler için yetiştirmiştir. Sorunun çözümü için devreye sokar. Neticede Üstadın duası, Çakıcı’nın tavassutuyla olay tatlıya bağlanır. Ne var ki bir süre sonra nur talebeleri acı bir olayla sarsılır. Hafız Ali Ergün’ün şehit olduğu günlerde Homa Nur kahramanlarından Ali de şehadet şerbetini içer. Homa Hüsrev’i Sami ve Zübeyir’i Çakıcı Üstada haberi iletir. Üstad çok sarsılır. İki talebesi hayatın kırıcılığına dayanamamış, vefat etmiştir. Şükür ki, “Homalı kahramanlardan Mehmet Ali” ve “Sami Bey” hayattadır. Homalı Ali’yi büyük şehit Ali’ye çok dualarda arkadaş yapar. Mesaj alınmıştır. Sami Beyle Çakıcı şehitlerin yerini alacaklardır.

Bir asır öncesinin müceddidi Mevlana Halid takipçisi Bediüzzaman’a cübbesini emanet ederek postu devreder. Bediüzzaman şeyh değildir, arkasında halife de bırakmamıştır fakat her nur menzilinde adını taşıyabilecek kişileri adres göstermekten de geri durmaz. Mevlana’dan devraldığı cübbenin hakkını verebileceklere giydirir. Üstadın gözünde Çakıcı da böyle bir değerdir. Bir gün cübbeyi giydirir. “Haydi geç bakalım imamlık makamına.” Nalbant Mehmed. Atlardan başka bir şeyden anlamadığını sanan Mehmed. Atlara ayakkabı biçse de insanların ayaklarına bağ olmaktan çekinen Mehmed. Ah bu cahil Mehmed şimdi asrın imamına imamlık mı edecek? Ah bu ne büyük devlet ya Rabbi. Ah bu güzelliğe ömürler verilir. Ah bu servete ömür bağışlanır. Ah bu nimet için sabahlara kadar secde edilir. Ah bu güzellik için ömür boyu gözyaşı dökülür. Ah bu güzellik varken bu gözlere bir damla uyku sirayet eder mi ya Rabbi...

Mehmed bir tatlı utanca sığdırdığı onurla cübbeyi giyer, asrın imamına namaz kıldırır. O namazla yeni bir zaman başlar hayatında. Geceleri hep o zamana, yani secde ve gözyaşına ayarlıdır. Çakıcı zaman zaman Sabri’nin evinde kalır. Yatsıdan sonra Üstadın Çakıcı’nın kalbine ayarlı saati çalmaya başlar. Seccadeyi yayar. Ağlaya ağlaya dualar okurken seccade gözyaşlarıyla ıslanır. Sabri uyur, uyanır, bakar ki, Çakıcı aynı hâlde dua ve gözyaşlarıyla kendinden geçe geçe secdelere gitmektedir. Çakıcı’ya kıyamaz. “Amca sen yatmadın mı?” Şefkat ve merhamet timsali Çakıcı, Sabri’yi teselli eder. “Sen yat Sabri.” Sen yat ki, Çakıcı sabahlara kadar Rabbiyle başbaşa kalabilsin. Halleri Sabri’nin rikkatine dokunur. Geceler boyu uykusuz, secde ve gözyaşıyla dopdolu bir hayat daha nereye kadar sürecektir. Bu kadar kendini heder etmeye ne gerek var sanki. Bir gün dayanamaz. “Amca” der “Niye bu kadar çok ağlıyorsun?” Çakıcı gönül mahzenine dalar. Sabri’yi yıllar öncesine götürür: Bediüzzaman gibi bir zat arkamda olursa, Mevlana’nın cübbesini giydirip imam yaparsa, sen olsan ne yaparsın?

Sabri Bey, sen buraların yabancısısın, bu işler böyledir. Aşk bir defa kalbe düşmeye görsün inme gibi yıkar adamı. Nefes alacak hâlin kalmaz. Hz. Şuayip otuz yıl gözyaşları içinde Rabbine yalvarır. Öyle ki ağlamaktan gözleri kör olacak hale gelir. Ağlama, beni de ağlatacaksın, denilen zamanlar yaşanır. Hz. Şuayip’in halleri Rabbinin rikkatine dokunur. Ey Şuayip, der, “niçin bu kadar ağlıyorsun. Korktuğun cehennemse sana haram kıldım. İstediğin cennetse sana helal kıldım. Artık ağlama.” Elbette Rabbi Hz. Şuayip’in ne halde olduğunu biliyordur. Bir de ondan dinlemek istemiştir. Ya Rabbi, der Şuayip, “Ne cehennem korkusu, ne cennet sevgisi; şevk-i ilahi ya Rabbi.”

1956 yılında dünyadan göç vakti gelir. Şevk-i ilahiyle dünya yükünü indirir, ahiret yükünü yüklenir. Ahiret kervanı yola çıkar. Nalbant Mehmed meleklere yüklediği ahiretliğiyle dünyaya veda eder. Homa Kabristanına gelince ahiret yükünü indirir. Allah rahmet etsin.

Okunma Sayısı: 3067
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp-2

    20.2.2019 16:12:15

    Kimi zaman 1940'lı yılların Türkiye'sini anımsatan süreçler de yaşamıyor değiliz. O gün 18-20 nurdan adamın rejimi yıkacağı vehmine kapılanlara bedel bugün, kitlelere, kendileri giderse din ve devletin de gideceğini vehmini şırınga etmek suretiyle dünyevi iktidar ve saltanatlarının devamını sağlamak istemektedirler. Onların derdi dünyevi iktidar, Hizmet Erlerinin derdi "Milletin imanını selamette görme" derdidir. Birbirinden sera-süreyya kadar uzaktır bu iki derdin dertlileri. Dünya misafirhanesinde gözlerimizi dünyaya misafir olarak açar. misafir olarak yaşar, emaneti sahibine teslim eder misafir olarak göç ederiz. Kefenin cebi de olmadığından dünyaya ait "bu da benim" diyebileceğimiz hiç bir şeyi koyamadan eli boş, cebi boş kabir denen bekleme odasına gireriz. Ne mutlu arkasında hayır duası ve yad-ı cemil bırakanlara! Selam ve muhabbetle.

  • Gündüz Alp

    20.2.2019 15:52:23

    Değerli kardeşim Mustafa Bey, kahramanlara resmi geçit yaptıran güzel bir yazını daha okuduk. Teşekkür ediyorum. Eline ve yüreğine sağlık. Şimdikilerin görmediği ve bilmediği, bizden önceki ve bizim kuşağın gayet iyi bildiği meslek sahipleri: Kalaycı, semerci ve nalbantlardı. Her bahar köyümüze düzenli olarak gelen bu üç grup meslek erbabı bir hafta süreyle köy odasında kalırlar ve hizmetlerini yaparak köylerine ve kasabalarına dönerlerdi. Çocukluk merakıyla biz de onları hayranlıkla seyrederdik. Halk ozanının 'Tüfenk icat oldu mertlik bozuldu' dediği gibi ne kalaycıya ne semerciye ne nalbanta ihtiyaç kalmadı. Fakat bir ihtiyaç ve hizmet var ki, ebede kadar devam edecektir. O da: Hizmet-i imaniye'dir. Bu hizmet bazen babadan oğula geçmiş bazen de kervana yeni isimler katılmıştır. Hizmetin sade neferleri olduğu gibi Kahramanları, Sungurları, Efeleri, Rüstemleri olan eroğlu erleri de vardır. Hepsine birden 'Nurdan adamlar' desek sezadır.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı