Gerçek bir eğitimin tarifi, “İnsanın hâl ve hareketlerinde, inanç, düşünce ve muhakemesinde yapılan müsbet değişiklikler veya geliştirmelerdir” şeklinde özetlenebilir.
Fakat, günümüzde tatbik edilen sistemde bu müsbet değişikliklerin mahiyeti, gerçek mânâda nasıl olması gerektiği hususunda pek teferruatına girilmemektedir. Açıkçası, materyalist düşüncenin tesiriyle, işin aslına, özüne inilmemektedir. Onun için ülkemizde bir asra yakın tatbik edilen eğitim, oldukça yüzeysel kalmaktadır. Halbuki, eğitimin hedeflediği hâl ve hareketlerdeki müsbet değişiklikler, insanda bulunan ruh, kalp, akıl ve bütün maddî ve mânevî cihazının ortak bir şekilde işlenmesi ve işletilmesiyle mümkün olabilmektedir. Gerçek bir eğitim de budur. Yani, sadece maddî olarak beceri kazandırmaktan ibaret değildir. Çünkü insan dediğimiz yaratık sadece etten ve kemikten yapılmış basit bir varlık değil. Eğitim denen tekâmül işi, insanı bütün maddî ve mânevî yapısıyla ele alır.
Gerçek mânâda eğitimin temel unsurları, insanın yaratılmasının asıl sebebi olan îman ve ibadet olarak İslâm’da tezahür etmiştir. Bu ise, başlıca şu üç grup altında toplanır: 1- Tefekkür olarak; 2- Bedenî olarak (namaz, oruç); 3- Malî olarak (Zekât, sadâka), 4- Malî ve bedenî olarak (hac, cihad) gibi.
RİSALE-İ NUR’DA ORUCUN EHEMMİYETİ
Zamanımızın en büyük âlimi ve Müceddidi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri (ra) telif ettiği ve 70 dolayında dünya diline tercüme edilen, Kur’ân-ı Kerîm’in mu’cizevi tefsiri Risale-i Nur eserinde, ibadetlerin kazandırdığı maddî ve mânevî eşsiz değerleri, doyurucu bir şekilde anlatmaktadır. İşte bu ibadetlerden biri olan Oruç hakkındaki izahatından iki misal:
1-) Orucun şahsî yönden tesiri: “Ramazan-ı şerif’teki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis, kendini hür ve serbest) ister ve öyle telâkki eder. Hadsiz (sayısız) ni’metlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor... İşte Ramazan-ı Şerif’te en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki: Kendisi malik değil memlûktür; hür değil, abddir... En gafillere ve mütemerridlere za’fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor… Zaif vücudu, ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin Fir’avunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticâa bir arzu hisseder… “
2-) Toplum yönünden tesiri: “…İnsanlar, maişet cihetinde muhtelif bir surette halk edilmişler. Cenâb-ı Hak o ihtilâfa binaen, zenginleri, fukaraların muavenetine dâvet ediyor. Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefis-perest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elim ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrâk edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikinin bir esasıdır.“ 1
Orucun bütün ayrıntılarıyla birlikte diğer ibadet şekilleri de incelenirse, gerçek mânâda bir eğitimin nasıl olduğu, en kâmil bir yaratık olan insan üzerinde ne kadar etkili ve kalıcı olduğu daha iyi anlaşılır.
NOT: Bütün okuyucularımızın Ramazan-ı Şerifini Tebrik eder; bu ayın, bahusus Leyle-i Kadrin feyziyle feyizyâb olmalarını, Cenab-ı Allah‘tan (cc) niyaz ederim.
Dipnot:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, İstanbul–1977, s.373-374.