Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin, Sözler mecmuasındaki 8. sözdeki hikâyede geçen ve bunalan zor vaziyette kalan bir adamın bu içten feryadı, niyazı, yakarışı, muhatabın nurlara gark olmasına sebeb olmuştur.
Evet, cümlenin tamamı “... Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına (eline, rahmetine) düştüm. Sana dehâlet ediyorum (Sana sığınıyorum) ve Sana hizmetkârım ve Senin rızânı istiyorum ve Seni arıyorum.”
Bu güzel sözler, benim çok hoşuma gider. Senelerdir aklıma gelir.
İşin esasına bakarsanız, ne güzel bir duâdır bu. Gafil insanın aslî yapısı, yaradılışı, ana maddesi nedir? Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “Evet, bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil; ancak et ve kemikten ibaret birşeydir. Âni olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun....”
İşte, bu cisim binası yıkılmadan, insan onun altında kalıp ezilmeden, “Eyvah!” demeden, “Allah!’ “ demelidir.
Hepimiz insanız, hepimiz şaşarız. Şaşmamak ve şaşırmamak için insanlığa rehber olan Peygamberimizi (asm) dinlemeliyiz. Kur’ân’ın hükmüyle amel etmeliyiz.
Her birimizin başına, bir musîbet geldiğinde, sıkıldığımızda, “bu yerlerin hâkimine” iltica etmeliyiz, sığınmalıyız.
Ailemizin, çoluk-çocuğumuzun, cemaatimizin, cemiyetimizin, milletimizin-memleketimizin, âlem-i İslâmın başına herhangi bir menfi şey geldiğinde, tekrar O’na iltica edip, sığınmalıyız. “Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına (eline, rahmetine) düştüm. Sana dehâlet ediyorum (Sana sığınıyorum)” deyip; çareyi, orada aramalıyız. Hele de “dünyanın başına gelen büyük bir felâket” olarak kaydolan bu virüs âfatından da, diğer musîbetlerden de, Rabbimize iltica edip, O’na sığınmalı, O’na iltica etmeliyiz.