"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

DR. ÜMİT KARDAŞ: Vesayetçi rejim bitmeli

20 Aralık 2011, Salı
AKP STATÜKOYLA UZLAŞARAK YANLIŞ YAPTI-"Statüko yerinde olduğu gibi duruyor. Vesayetçi rejim bütün kurumlarıyla, zihniyetiyle, uygulamalarıyla duruyor yerinde. Hükümetin eski statükoyla uzlaşarak devam ettirdiği bir vesayet rejimi var bugün. Ak Parti statükocu bir güce dönüşüyor ve büyük bir fırsat kaçırılıyor. Türkiye hiçbir sorununu statükocu anlayışla çözemez."
VESAYET KURUMLARI YERLİ YERİNDE
“‘Üç, beş general içeri girdi. Askerî vesayet bitti. Artık tamam bu iş’ diye kamuoyunda yanlış bir algı oluştu. Oysa vesayet kurumları duruyor. Sayıştay Kanunu değişti, ama Genelkurmay’ın özerkliği sürüyor. Bu özerk yapıyı Sayıştay denetleyemiyor."
 
{ EMEKLİ ASKERÎ HAKİM, FATİH ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DR. ÜMİT KARDAŞ: }
 
Vesayetçi rejim yerli yerinde duruyor
 
 
Adalet sistemimizde birçok değişikliği gerçekleştiren referandumdan sonra biz bugün nasıl bir yargıyla karşı karşıyayız?
Yargı sistemimizin referandumdan sonra düzeldiğini söyleyemeyiz. Çünkü adalet sisteminde yapılması gereken değişikliklerin devamı gelmedi. Biz hâlâ adil yargılanma hakkının uygulanmadığı bir sistem içindeyiz. Özel yetkili mahkemeler ve askerî yargı gene yerinde duruyor. Askerî yargının yetki genişliği sürüyor. Askerî Yargıtay, Askerî Danıştay devam ediyor.
Vatandaş açısından bu nasıl bir sonuç yaratıyor?
Demokrasilerde, vatandaş suç işlediğinde hangi mahkemede yargılanacağı bilir. Bizde bilmiyor. Ceza mahkemesine mi, özel yetkili mahkemeye mi yoksa askerî mahkemeye mi gidecek bilmiyor. Oysa hepsinde farklı bir hukuk ve farklı usuller uygulanıyor. Bu ne demek?
Ne demek?
Bizde hukuk yok demek bu. Kabul edelim! Hukukun askıya alındığı, kurmaca bir hukukun yaratıldığı bir sistem içindeyiz biz. Bu sistemin yargısı da kurmaca, hukuku da kurmaca. Yani yargı da sanal, hukuk da sanal bizde. Hukuka bağlı, hukukun üstünlüğü prensibine dayalı demokratik bir rejimimiz yok bizim.
Referandumdan evet oyu çıkmasının sonucunda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı değiştirildi. HSYK hâkim ve savcıları atayan ve onlara terfilerini veren çok önemli bir kurum. Bu değişiklikle yargının bağımsızlığını sağlayabildik mi peki?
Referandumda “evet ama yetmez” derken umudumuz buydu. HSYK’nın tepesindeki yedi kişinin birbirini belirlediği sistemin daha demokratik hale gelmesini istiyorduk. HSYK üyelerinin seçilmesi daha demokratik bir hale geldi ama bu kurulun uygulamalarının nasıl olacağını süreç içinde göreceğiz. Yalnız şu âna kadar ortaya çıkan bazı ipuçları, HSYK hükümetin etkisinde kalıyormuş gibi bir izlenim yaratıyor.
Bu ipuçları neler?
(..)Özel Harekâtçı polislerin tahliyesinin nöbetçi hâkim tarafından yapılması. Bunlar, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla ilgili soru işaretleri yaratıyor. Şu ortaya çıkıyor ki, yargıda köklü bir değişiklik gerekiyor. Birtakım değişikliklerle sistem değişmiyor. Hâkimlerimizin ve savcılarımızın zihniyeti aynen sürüyor. Kendilerini hukukla bağlı hissetmiyorlar.
Eskiden bir “yargı vesayetinden” söz ediyorduk ve yargı 28 Şubat gibi süreçlerde hep darbecilerden yana çıkıyordu. Bu yargı vesayeti kırılmadı mı?
Kırılmadı. Statüko yerinde olduğu gibi duruyor. Vesayetçi rejim bütün kurumlarıyla, zihniyetiyle, uygulamalarıyla, yaptıklarıyla duruyor yerinde. (...).
Peki, o özel Harekât polisleri saf hukuksal nedenlerle tahliye edilmiş olabilirler mi?
Gazetelere yansıdığı kadarıyla hukuksal bir neden gözükmüyor ortada...
Bunlara yurtdışına çıkma yasağı da konulmadı... Tahliye edilen polislerin, kaçması halinde onları tahliye eden yargıcın hukukî bir sorumluluğu olur mu?
Tabiî ki olur. Bir müfettiş gönderilir ve o tahliyelerin mevcut dosyadaki delillere uygun olup olmadığı ortaya çıkarılabilir. Çünkü o tahliyelerden sonra, yurtdışına çıkma yasağı gibi mutlaka adlî kontrol tedbirlerinden birinin mutlaka uygulanması lâzımdı. Bunun araştırılması lâzım. Görevi ihmal ve kötüye kullanma gibi suçlar işlenmiş olabilir.
Peki, bu suçun gereği yapılır mı?
Bizim yargıda bu suçlar sık sık işlenir, ama gereği yapılmaz.(...)
Vesayet sistemi dediğimiz ve referanduma “evet” diyerek değiştirmeye çalıştığımız tam da bu sistem değil miydi bizim? Yargıdaki vesayet sistemi bitmedi mî?
Tabii bitmemiş oluyor. Netice itibarıyla vesayet sistemini yürütenin illa asker olması gerekmiyor. Sivil bir kurum ya da organ da, sivil bir kişi de vesayet sistemini sürdürebilir. Türkiye artık bu tekçi felsefeden çıkıp çoğulcu felsefeye geçmeli.
Demokrasiyi sıfırdan inşa etmeli. Ama bu konuda hiçbir işaret yok. Daha önce ne deniyordu? “HSYK, statükonun vesayeti altında” deniyordu.
Şimdi ne deniyor?
Şimdi hangi eleştiri yapılıyor?
“HSYK, hükümetin etkisinde” deniyor. O zaman da mesele şu noktaya gelip dayanıyor. “Hükümet belli soruşturmalarda nereye kadar gitmek istiyor” sorusuna varılıyor. (...) Hükümet hakikaten Ergenekon soruşturmalarını bir sonuca ulaştırmak istiyor mu, istemiyor mu?
Susurlukçuları tahliye ederek, Ergenekon soruşturmalarını sonuca ulaştırabilir mi? Ergenekoncuları içeride tutabilir mi?
Şike soruşturmasında da aynı şey yaşandı. O zaman şöyle düşünebilirsiniz. Siyasî otorite, bütün bu soruşturmaları belli bir zaman içinde belli bir noktada afla veya zamanaşımıyla ortadan kaldırmak mı istiyor? Böyle tahliyelerle yargılama sürecini sulandırmayı mı arzuluyor?
Bu sorulan sizin cevabınız nedir?
Adalet ve Kalkınma Partisi, yeni bir felsefeyle yeni bir demokratik rejim kurma arzusundan, hukukun üstünlüğüne bağlı bir hukuk devleti inşa etme iddiasından vazgeçmiş gözüküyor. Ak Parti statükocu bir güce dönüşüyor ve büyük bir fırsat kaçırılıyor. Çünkü bugünkü Türkiye hiçbir sorununu statükocu anlayışla çözemez. Kürt sorununu da, Alevi meselesini de çözemez. Karşılıklı tavizler vererek, rejimi kıyısından köşesinden düzelterek yola devam edemezsiniz. Tabii bu noktada Başbakan’ın beklentileri de çok önemli.
Başbakan’ın beklentileri ne olabilir sizce?
AK Parti bir değişim rüzgârıyla ve değişim vaadiyle iktidara geldi Sorunları çözeceğini vaat etti. Toplum; yeni sivil bir anayasa vaat etti.. Eğer Başbakan’ın kendisi için bir beklentisi olmasaydı, bu yolda ilerlenirdi. Acaba Başbakan, bu vaatlerden vazgeçmenin karşılığında başkanlık rejimi mi istiyor Tayyip Erdoğan 2014’te etkili bir cumhurbaşkanı mı olmak istiyor? Erdoğan’ın, cumhurbaşkanının bugünkü yetkileriyle tatmin olması mümkün değil.
Yargıda son yaşananlar ve yapılan tahliyeler, Erdoğan’ın başkanlık sistemi için belli kesimlerle girişebileceği olası pazarlıkların ve uzlaşmaların bir sonucu mu sizce?
Biraz öyle gözüküyor. Oysa başkanlık sistemi Türkiye açısından sakıncalı. Bu sistem, Amerika’da federatif yapı üzerinde uygulanıyor. Bizde de Kürt sorununun çözümü için merkezin bazı yetkilerini yerele devretmesi gerekiyor. Bu yapısal değişikliği gerçekleştirmeden, merkezde, başkanlık sistemini gittiğiniz takdirde, bu değişiklik Türkiye’yi otoriter rejime götürür. Başbakan Türkiye’nin büyük meselelerini çözerek tarihe geçebilirdi ama bu büyük fırsat kaçıyor.
Hrant Dink, tehdit eden MİTçiler de zamanaşım nedeniyle kurtuldular. Bunu nasıl açıklamalıyız?
Sistem böyle işliyor. Kurtarmak istediklerini kurtarıyor. Yargı da bağımsız değil zaten. Konunun üzerine gidemiyor. Hükümet Hrant Dink davasında hakikaten gerekeni yapmadı. Kolluk ve MİT, hükümetin elinde. Hükümet istediği görevli hakkın soruşturma başlatabilir ama başlatmıyor. Mesela vali muavininin ve o iki MİT görevlisinin soruşturma kapsamına baştan girmeleri gerekiyordu. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü de sorumluydu ama bu kişi sonra vali oldu. Çünkü hükümetin eski statükoyla uzlaşarak devam ettirdiği bir vesayet rejimi var bugün. Biz yanılgı içindeyiz.
Hangi konuda yanılıyoruz?
“Üç, beş general içeri girdi. Askerî vesayet bitti. Artık tamam bu iş” diye kamuoyunda yanlış bir algı oluştu. Oysa vesayet kurumları duruyor. Kaldı ki içeride yatan generallerin ve askerlerin şartları orayı orduevine çevirecek kadar fevkalade iyi. Vesayet rejiminde hiçbir değişiklik yok. Siyasi iktidarın gücü yargının ve Silahlı Kuvvetler’in üzerinde bir ölçüde arttı, o kadar. 30 Ağustosta dört general gitti, hiç şansı olmayan bir general Genelkurmay Başkanı oldu. Bu general diğerlerine göre daha ılımlı olabilir ve siz bu konjonktürde vesayet rejimine hâkim gözükebilirsiniz ama yarın konjonktür değiştiğinde, değiştirmediğiniz bu vesayet sistemi sizi eskisi gibi gene mağdur eder.
Üstelik sadece sizi değil bütün Türkiye’yi mağdur eder. Bu yüzden AK Parti’nin “ben sisteme hâkimim” demesi çok büyük bir yanılgı. Çünkü o zaman sorarlar ona.
Ne sorarlar?
Eğer askerî vesayet bittiyse ve sistemde tek hâkim sensen neden Genelkurmay’ı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamıyorsun? 1324, 1325 sayılı iki kanun var. Biri, Genelkurmay’ın, diğeri Milli Savunma Bakanlığı’nın yetkilerini ve görevlerini düzenliyor. 1970’te Milli Savunma Bakanlığı Kanunu’nun içi boşaltıldı ve terfiler dâhil her konuda Genelkurmay Başkanlığı yetkili kılındı. Kendi bütçesini yapıyor, her türlü makamla yazışabiliyor. Yani özerk!
Demokrasilerde bu mümkün mü? Silahlı bir güç bizde hâlâ özerk, öyle mi?
Evet, özerklik devam ediyor. Kendi mahkemesi, danıştayı, hastanesi, imtiyazları var. Sayıştay Kanunu değişti ama Genelkurmay’ın özerkliği sürüyor. Bu özerk yapıyı Sayıştay denetleyemiyor. Yaptığı harcamalarla ilgili yerindelik denetimi yapamıyor, Genelkurmay’ın kapısından dönüyor. Kamuoyunun savunma harcamalarıyla ilgili bilgilenme hakkına da sınırlama getirildi. Silahlı Kuvvetler’in kantin gelirleri ve harcamaları var. Bunun kontrolü bile yapılamıyor. Kantin harcamalarını kendisi denetliyor. Devletin içinde adeta devlet gibi yapı var. Mesela generallere beş yıldızlı oteller, lojmanlar yapılıyor. Hiçbir şey denetlenemiyor.
İstanbul’da Deniz Kuvvetleri, Boğaz’da Beylerbeyi Sarayının yanına Belediye’nin ve vatandaşların gözü önünde dev gibi bir kaçak bina yaptı, o da denetlenmedi.
Fenerbahçe Orduevi’nin içinde de generaller için apartmanlar, beş yıldızlı oteller yapılıyor. Oraya da denetim için giremezsiniz. Bunlar başka adlar altında yapılıyor ve bu beş yıldızlı otellerin parası bütçeden çıkmış oluyor. Söylediğim korkunç bir şey aslında! Oranın ruhsatını denetleyemiyorsunuz. Anlayacağınız apayrı, özerk bir yapı bu. Bu kurumun silah alımlarını da denetleyemiyorsunuz. Bu alımlar hâlâ parlamentonun denetim ve gözetiminin dışında. Sürekli askerî operasyonlar yapılıyor, sürekli silahlar alınıyor. Bu silahlar ne kadar gerekli hiç denetlenmiyor, harcamalar bilinmiyor. Üç-beş generali emekli edip, 30-40’ını da darbe girişiminde bulundular diye içeri attınız diye askerî vesayet hiç biter mi? Bitmez. Arkadan gelenler kimler? Bunlar nasıl geliyorlar?
Nasıl geliyorlar?
Genelkurmay bütün bu özerk yapılanmasıyla, yetkileriyle, imtiyazlarıyla ve denetimsizliğiyle duruyor. Hiçbir şeffaflık yok. Türkiye her an geçmişe dönebilir. Bir bunalım olur ve o gün Amerika’nın işine otoriter bir rejimi desteklemek gelir ve Türkiye tekrar otoriterliğe kayar. Çünkü AK Parti yapısal değişiklik yapmıyor. Biz demokrasi ve hukuk varmış, askerî vesayet bitmiş gibi yaparak kendimizi kandırıyoruz. Türkiye bir an önce sıfırdan bir demokratik rejim inşa etmek zorunda.
Yargı bağımsız mı peki?
Hayır, bağımsız da değil, tarafsız da değil.
Ergenekon operasyonları durdu. Bu, Ergenekon tümüyle açığa çıktığı ve bütün sorumlular yakalandığı için mi oldu yoksa birisi bu soruşturmanın yolunu mu kesti sizce?
Ergenekon ulaşması gereken yere gitmiyor, ilerlemiyor. Son yaşananlardan ve Şike Kanunu’ndaki değişikliklerden sonra Ergenekon’da çok fazla bir şey beklememek lazım.
Çeşitli suçlardan sanık olan askerlere doğru hukuk kararlı bir şekilde ilerliyor ama konu polis ya da MİT olduğunda bir duraklamayla karşılaşıldığı söyleniyor. Bu, doğru bir gözlem mi sizce?
Doğru. MİT ve polis doğrudan hükümete bağlı. Onu koruma refleksi gösteriyor.
Tutukluluk süreleri çok uzun ve iktidar bu süreyi kısaltmıyor. Niye kısaltmıyor sizce?
Adalet Bakanı’nın gerekçesi şu. “Kamu vicdanını rahatsız edecek bir çok suçlu dışarıya çıkacak” diyor..
Kamu vicdanını uzun tutukluluk süresinin de rahatsız ettiğini düşünmüyor mu siyasi iktidar?
Öyle düşünüyor. Ayrıca eğer tutukluluk süresi kısaltıtırsa, eşitlik ilkesi gereğince KCK’da tutuklu olanlar da bundan yararlanacak ve tahliye olacaklar. Bunu istemiyorlar. Çünkü siyasi iktidar, siyaseten çözemediği bir sorunu yargıyı kullanarak çözmeye çalışıyor. Meseleye güvenlik konsepti içinde bakıyor. (...) Yargı, zihniyetiyle devleti koruyor.
Terörle Mücadele Yasası evrensel hukuka uygun mu?
Tabii ki uygun değil. Aslında bütün sorun Terörle Mücadele Kanunu’ndan çıkıyor. TMK, Türk Ceza Kanunu’nun içini boşaltan ve sistemde paralel bir özel ceza kanunu yaratan bir düzenlemedir. Muğlâk bir terör tanımı yaparak insanları örgüt üyesi gibi yargılıyor ve cezalandırıyor bu kanun. Bunu AK Parti hükümeti çıkardı. O sırada Adalet Bakanı Cemil Çiçek’ti.(...)
AK Parti TMK’yı niye değiştirmiyor?
Hükümet Kürt sorununun çözümünde de başka bir eksene kaydı. Meseleye sadece güvenlik boyutundan bakar hale geldi. Başbakan’ın askerî bürokrasinin ve askerî vesayetin zihniyetini tercih etmesi çok ilginç. Güvenlik konsepti askerî operasyonların yanı sıra polis, kolluk ve yargı operasyonlarını da kapsar. Sıkıyönetim dönemlerinde de konsept hep böyleydi. Türkiye’de şimdi yaşanan bu. Biliyorsunuz... TMK, CMK ve TCK’daki antidemokratik değişikliklerin tümü Cemil Çiçek’in adalet bakanlığı döneminde yapıldı. Şimdi de Meclis Başkanı oldu ve yeni anayasayı yapacak olan uzlaşma komisyonunun başına geçti!
Türkiye, AİHM’de en çok mahkûmiyet alan ülkelerden biri. Evrensel ölçülere sahip bir hukuk sistemi kurabilmek için ne tür reformlar yapmak gerekiyor?
Terörle Mücadele Kanunu’nu kaldıracaksınız. Ceza ve Ceza Muhakemeleri kanunlarında ne kadar antidemokratik hüküm varsa atacaksınız. Ama AK Parti bunu yapmıyor. Çünkü sorunları siyasi yoldan çözemiyor. Çözemeyince de Terörle Mücadele Kanunu’na (TMK) ihtiyaç duyuyor. Siyaseten çözemediği sorunu güvenlik sorunu olarak görüyor ve TMK’ya havale ediyor. Sorunu, insanları içeri atarak, hırpalayarak çözmeye çalışıyor. AK Parti, demokratikleşme iddiasından vazgeçmiş gözüküyor. Statükoyla belli bir biçimde uzlaşıyor. AK Parti’nin kendisi statükocu bir güç haline geliyor. Konjonktür Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye geçmesi için müsaitti ama görülüyor ki, AK Parti bu fırsatı heba edecek.
 Konuşan: Neşe Düzel, Taraf, 19 Aralık 2011
Okunma Sayısı: 3163
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • AKSAKALLI

    20.12.2011 00:00:00

    Hislere tercüman...Duygulara mütercim...

  • Seyfeddin kamil

    20.12.2011 00:00:00

    Sn. Kardaş; sizi farklı bir şekilde tebrik edecek Türkçe’de kelime bulamadım. Mükemmel bir tahlil. En büyük yanılgılardan bir tanesi. Erdoğan’ın Türkiye’nin büyük meselelerini çözerek tarihe geçeceği yanılgısı. Hiçbir makamla tatmin olamayan bütün vaatlerinden çark eden rabbena hep bana diyen birisinden tarih yazılır mı? Bize topuk selamı verildi diye il il kanal kanal dolaşıp şişinen sonra da ergenekon’da tadilat yapmayı düşünen bir siyasetle nereye varılabilir. Antidemokratik kanunların mimarı sn. cemil çiçek’ten şimdi demokratik bir anayasa yapmasını bekliyoruz. Bekleyenlere iyi beklemeler.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı