Evvelâ zatınızın bir risale kadar câmi’ ve uzun ve müdakkikane hararetli mektubunuzu kemal-i merakla okudum. Peşin olarak size bunu beyan ediyorum ki Risale-i Nur’un üstadı ve Risale-i Nur’a Celcelûtiye kasidesinde rumuzlu işaretiyle pek çok alâkadarlık gösteren ve benim hakaik-ı imaniyede hususî üstadım, İmam-ı Ali’dir (ra).
Ve “De ki: Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beyt’ime muhabbettir.” (Şûrâ Sûresi: 23) âyetinin nassıyla, Âl-i Beyt’in muhabbeti, Risale-i Nur’da ve mesleğimizde bir esastır ve Vehhabîlik damarı, hiçbir cihette Nur’un hakikî şakirdlerinde olmamak lâzım geliyor.
Fakat madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalâlet ihtilâftan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak Kur’ân ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müthiş düşmana karşı cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilâf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.
Hem ölmüş insanları zemmetmek, hiç lüzumu yok. Onlar, dâr-ı ahirete, mahall-i cezaya gitmişler. Lüzumsuz, zararlı, onların kusurlarını beyan etmek, emrolunan muhabbet-i Âl-i Beyt’in muktezası değildir ve lâzım da değildir diye, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, Sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı men etmişler. Çünkü Vak’a-i Cemel’de Aşere-i Mübeşşereden Zübeyir ve Talha ve Aişe-i Sıddıka (ra) bulunmasıyla Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, o harbi, “İçtihad neticesi” deyip, “Hazret-i Ali (ra) haklı, öteki taraf haksız; fakat içtihad neticesi olduğu cihetle affedilir.”
Hem Vehhabîlik damarı, hem müfrit Râfızîlerin mezhepleri İslâmiyete zarar vermesin diye, Sıffîn Harbi’ndeki bâğîlerden de bahis açmayı zararlı görüyorlar.
Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere ilm-i kelâmın büyük allâmesi olan Sa’deddin-i Taftazânî, “Yezide lânet caizdir” demiş; fakat “Lânet vacibdir” dememiş. “Hayırdır ve sevabı vardır” dememiş. Çünkü hem Kur’ân’ı, hem Peygamberi, hem bütün Sahabelerin kudsî sohbetlerini inkâr eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler çoktur.
Şer’an, bir adam, hiç mel’unları hatıra getirmeyip lânet etmese, hiçbir zararı yok. Çünkü zem ve lânet ise, medih ve muhabbet gibi değil; onlar, amel-i salihte dâhil olamaz. Eğer zararı varsa, daha fena…
Emirdağ Lâhikası, s. 151. mektup, s. 238-39
LÛGATÇE:
Âl-i Beyt: Peygamber Efendimizin (asm) ailesi ve onun neslinden gelenler.
Aşere-i Mübeşşere: Cennetle müjdelenen on Sahabî.
bâğî: İsyan eden, meşrû idareye başkaldıran.
hakaik-ı imaniye: İman hakikatleri.
muhabbet-i Âl-i Beyt: Âl-i Beyt sevgisi, Peygamberimizin (asm) ailesi ve neslinden gelenlere gösterilen sevgi.
müdakkikane: Dikkatlice, inceden inceye araştırarak.
müfrit: İfrat eden, bir konu veya bir işte aşırıya kaçan.
Râfızî: Ehl-i Sünnet inancına aykırı olarak, Hz. Ali’ye (ra) sevgide ölçüyü kaçıranlar; Şia da denilen gruba mensup kişi.
rumuz: Remizler, işaretler.
Vak’a-i Cemel: Cemel Olayı; Hz. Ali (ra) ile Hz. Aişe (ra), Hz. Talha (ra) ve Hz. Zübeyir (ra) arasında içtihad farklılığı neticesi ortaya çıkan savaş.
Vehhabîlik: Muhammed bin Abdülvehhab tarafından 18. asırda meydana getirilen, İslâmî bazı meselelerde ifrat eden mezhep; bu mezhebe bağlı olmak.
zem: Yerme, kınama, ayıplama.