“Sende, Hazret-i İsâ (as) gibi, iki kısım insan helâkete gider: Birisi ifrat-ı muhabbet, diğeri ifrat-ı adâvetle. Hazret-i İsâ’ya, Nasrânî, muhabbetinden, hadd-i meşrudan tecavüzle (hâşâ) ‘ibnullah’ dediler. Yahudi, adâvetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemâlini inkâr ettiler. Senin hakkında da, bir kısım, hadd-i meşrûdan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir. ‘Lehüm nebzün yükâlü lehümü’r-râfızıyyeh’ [Onların bir lâkabı vardır ki, onlara Rafizî denir. (Müsned, 1:103.)]” demiş. “Bir kısmı, senin adâvetinden çok ileri gidecekler. Onlar da Havâriçtir ve Emevîlerin müfrit bir kısım taraftarlarıdır ki, onlara ‘Nâsibe’ denilir.”
Eğer denilse: “Âl-i Beyte muhabbeti Kur’ân emrediyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm çok teşvik etmiş. O muhabbet, Şîalar için belki bir özür teşkil eder. Çünkü ehl-i muhabbet bir derece ehl-i sekirdir. Niçin Şîalar, hususan Râfızîler o muhabbetten istifade etmiyorlar, belki işaret-i Nebeviye ile o fart-ı muhabbete mahkûmdurlar?”
Elcevap: Muhabbet iki kısımdır.
Biri: Mânâ-yı harfiyle, yani Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenâb-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyti sevmektir. Şu muhabbet, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın muhabbetini ziyadeleştirir, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrûdur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkalarının zemmini ve adâvetini iktiza etmez.
İkincisi: Mânâ-yı ismiyle muhabbettir. Yani bizzat onları sever. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı düşünmeden, Hazret-i Ali’nin kahramanlıklarını ve kemâlini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in yüksek faziletlerini düşünüp sever. Hattâ Allah’ı bilmese de, Peygamberi tanımasa da, yine onları sever. Bu sevmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın muhabbetine ve Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetine sebebiyet vermez. Hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adâvetini iktiza eder.
İşte, işaret-i Nebeviye ile, Hazret-i Ali hakkında ziyade muhabbetlerinden, Hazret-i Ebû Bekri’s-Sıddık ile Hazret-i Ömer’den teberri ettiklerinden, hasârete düşmüşler. Ve o menfî muhabbet, sebeb-i hasârettir.
Mektubat, On Dokuzuncu Mektub, s. 182
LÛGATÇE:
ifrat-ı muhabbet: Aşırı derecede sevgi beslemek.
ifrat-ı adâvet: Aşırı derecede düşmanlık etmek.
Nasrânî: Hıristiyan.
ibnullah: Allah’ın oğlu.
nübüvvet: Peygamberlik.
hadd-i meşru: Meşrû sınır.
Râfızî: Hz. Ali’ye olan sevgilerinde meşru sınırı aşarak aşırıya gidenler.
Havâriç: Hariciler.
ehl-i sekir: İlâhî bir tecelli ile kendinden geçme hâli, manevi sarhoşluk.
fart-ı muhabbet: Aşırı muhabbet, ifrat derecesinde sevmek.
zemm: Çekiştirmek, kötülemek, ayıplamak.
teberri: Uzaklaşma, kaçınma.
hasâret: Zarar, hüsran.
sebeb-i hasâret: Zarar sebebi.