Şu görünen umumî âlemde, her insanın hususî bir âlemi vardır. Bu hususî âlemler, umumî âlemin aynıdır.
Yalnız, umumî âlemin merkezi şemstir; hususî âlemlerin merkezi ise şahıstır. Her hususî âlemin anahtarları o âlemin sahibinde olup, letaifiyle bağlıdır.
O şahsî âlemlerin saffeti, hüsnü ve kubhu, ziyası ve zulmeti, merkezleri olan eşhasa tâbidir. Evet, âyinede irtisam eden bir bahçe, hareket, tagayyür ve sair ahvalinde âyineye tâbi olduğu gibi, her şahsın âlemi de merkezi olan o şahsa tâbidir-gölge ve misal gibi.
Binaenaleyh, cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme. Çünkü kalbin kasâvetinden bir zerre, senin şahsî âleminin bütün yıldızlarını küsufa tutturur.
..........
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Merayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musab olan bir koyun, lisan-ı haliyle, “Biz çobanın
emri altındayız. O bizden daha ziyade faydamızı düşünür. Madem onun rızası yoktur; dönelim” diye kendisi döner, sürü de döner.
Ey nefis! Sen o koyundan fazla asi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musîbet taşına maruz kaldığın zaman ”İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” söyle ve Merci-i Hakikî’ye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Kalbin umûr-u dünyevîye ile kasden iştigal etmek için yaratılmış olmadığı şöylece izah edilebilir:
Görüyoruz ki kalp, hangi bir şeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır, büyük bir ihtimam ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla, onunla beraber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam manasıyla fenâ olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşindedir, talebindedir. Halbuki umûr-u dünyeviyeden herhangi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kıl kadardır. Demek kalp, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir.
Bu fânî dünyaya razı değildir.
Mesnevî-i Nuriye, Habbe, s. 131-134
LÛGATÇE:
âmâl: Emeller, arzular, istekler.
dâll: Doğru yoldan ayrılmış, yolunu sapıtmış, dalâlete düşmüş.
ebedü’l-âbâd: Ebedlerin ebedi, tükenmez, ebedî hayat, sonsuzluk.
emir: İş.
eşhas: Şahıslar, kimseler.
fenâ olmak: Yok olmak, bir şey uğrunda benliğinden geçmek.
hüsün: Güzellik.
i’lem eyyühe’l-aziz: Bil ki ey aziz.
irtisam etmek: Resmi çıkmak, şekillenmek.
kasâvet: Katılık.
kubuh: Çirkinlik.
küsuf: Güneş tutulması.
letaif: Manevî duygular.
Merci-i Hakikî: Asıl dönülecek ve sığınılacak makam, Cenab-ı Hak.
musab: Kendisine bir şey isabet etmiş olan; musîbete uğrayan.
mükedder: Kederli, üzüntülü, tasalı.
saffet: Saflık, hâlislik, temizlik, paklık.
şems: Güneş.
tagayyür: Değişme, başkalaşma.
umûr-u dünyevîye: Dünyevî işler, dünyaya ait işler.
ziya: Işık.
zulmet: Karanlık.