Emirdağ Lâhikası - page 414

sormuşlar. demek Avrupanın yalnız o küçük hükûmetle-
ri değil, belki siyaset manası verilmemek için kendini iz-
har etmeyen, eskide büyük ve dünyanın yüksek mevkiini
tutmakla beraber, gayet dehşetli bir tarzda dünyanın fe-
na ve fânîliğini dehşetli tokatla o yüksek mertebelerin hi-
çe indiğini görmekle hakikî teselli, yalnız ve ancak haka-
ik-ı kur’âniyede bulmasıyla, o küçüklerle manen beraber
tahmin edilebilir.
evet, dünyanın mahiyeti anlaşıldıktan sonra, elbette
hayat-ı ebediyeden başka beşeriyetin o inkisar-ı hayal ya-
rasını tedavi edecek kur’ân’dan başka yoktur.
ì®í
Œ
185
œ
ÇokAzizveSıddık,KahramanSabri!
Cenab-ı Hak, galip Bey gibi çok fedakârları İslâm or-
dusunda yetiştirsin. Bu zat, garpta, aynı şarkta Hulûsî
Bey gibi imana hizmet ediyor. tarikat cihetiyle ehl-i ima-
nı dalâletten çekmeye çalışıyor. Bu zat, eskiden beri
risale-i nur’u görmeden nur mesleğinde hareket etme-
ye çalışmış. sonra nurlarla münasebeti kuvvetleştiği za-
man, daha ziyade hizmet edebilir. Fakat nurun mesleği,
hakikat ve sünnet-i seniye ve feraize dikkat ve büyük gü-
nahlardan çekinmek esastır; tarikate ikinci, üçüncü dere-
cede bakar. galip kardeşimiz, Alevîler içinde kadirî, Şa-
zelî, rufaî tarikatlerinin bir hülâsasını sünnet-i seniye da-
iresinde Hulefa-i raşidin, Aşere-i Mübeşşereye ilişme-
mek şartıyla, muhabbet-i Âl-i Beyt dairesinde bir tarikat
alevî:
Şia, Şiî mezhebinden olan.
aşere-i mübeşşere:
Cennetle
müjdelenen on Sahabî.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
beşeriyet:
insanlık, insanlar.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dalâlet:
iman ve İslamiyet’ten ay-
rılmak, azmak.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
fânî:
muvakkat, geçici.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
fenâ:
çirkin, kötü.
feraiz:
farzlar; Allah’ın emirleri.
garp:
güneşin battığı taraf, gün ba-
tısı, batı.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
hulefa-i raşidîn:
doğru yolda olan
dört büyük halife. Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
| 414 | Emirdağ Lâhikası – ı
inkisar-ı hayal:
hayal kırıklığı,
umduğunu bulamama.
izhar:
açığa vurma, meydana
çıkarma, aşikâr etme.
kadirî:
Abdülkadir-i Geylânî
hazretlerinin yolunda olan,
onun tarikatine mensup olan.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
manen:
mana bakımından,
manaca.
mertebe:
derece.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
mevki:
yer, makam.
muhabbet-i âl-i Beyt:
Âli
Beyt sevgisi, Peygamberimizin
ailesi ve neslinden gelenlere
gösterilen sevgi.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
Nur:
Risale-i Nur hizmeti.
rufaî:
Ahmed er-Rufaî hazret-
lerinin kurmuş olduğu tarikat.
sıddık:
hakkı ve hakikati te-
reddütsüz kabullenen.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti;
yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
vipleri.
şark:
güneşin doğduğu yön,
taraf; doğu, maşrık, gün do-
ğusu.
Şazelî:
Ebu’l-Hasan-ı Şazelî is-
minde Tunuslu alim bir zatın
kurduğu tarikat.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
tarz:
biçim, şekil.
teselli:
avutma, acısını din-
dirme.
zat:
kişi, şahıs, fert.
ziyade:
çok, fazla.
1...,404,405,406,407,408,409,410,411,412,413 415,416,417,418,419,420,421,422,423,424,...1032
Powered by FlippingBook