perde altında intişar etmesi ve dahil ve hariçte kemal-i iş-
tiyak ile kendini okutturması hikmeti nedir? sebebi ne-
dir?” diye, bu mealde çok suallere karşı, elcevap deriz ki:
kur’ân-ı Hakîm’in sırr-ı i’cazıyla hakikî bir tefsiri olan
risale-i nur, bu dünyada bir manevî cehennemi dalâlet-
te gösterdiği gibi; imanda dahi bu dünyada manevî bir
cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve fe-
nalıkların ve haram lezzetlerin içinde manevî elîm elem-
leri gösterip, hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-ı şe-
riatın amelinde cennet lezaizi gibi manevî lezzetler bu-
lunduğunu ispat ediyor. sefahat ehlini ve dalâlete düşen-
lerini o cihetle –aklı başında olanlarını– kurtarıyor. Çün-
kü, bu zamanda iki dehşetli hal var:
Birincisi:
Akıbeti görmeyen ve bir dirhem hazır lez-
zeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı
insaniye, akıl ve fikre galebe ettiğinden, ehl-i sefahati
sefahatinden kurtarmanın yegâne çaresi, aynı lezzetinde
elemini gösterip, hissini mağlûp etmektir. Ve
(1)
Én
«`r
f t
ódG n
Iƒn
«n
ër
dG n
¿
ƒ t
Ñp
ën
à°r
ùn
j
ayetinin işaretiyle bu zamanda
ahiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde,
dünyevi kırılacak şişe parçalarını ona tercih etmek, ehl-i
iman iken ehl-i dalâlete o hubb-i dünya ve o sır için tâbi
olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yegânesi, dünya-
da dahi cehennem azabını ve elemlerini göstermekle olur
ki, risale-i nur o meslekten gidiyor.
Yoksa, bu zamandaki küfr-i mutlakın ve fenden gelen
dalâletin ve sefahatten gelen tiryakiliğin inadı karşısında,
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
akıbet:
nihayet, son, bitim.
amel:
fiil, iş, emek.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi,
Kur’ân’ın surelerini oluşturan İlâhî
söz.
azap:
günahlara karşı ahirette çe-
kilecek ceza.
batman:
eski ağırlık ölçülerinden
olup, iki okka ile sekiz okka arasın-
da değişen ağırlık ölçüsü.
cihet:
yan, yön, taraf.
çare-i yegâne:
tek çare, tek çıkar
yol.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak, doğru yoldan ayrıl-
ma, azma, batıla yönelme.
dehşet:
büyük korku hâli, kork-
ma, ürkme.
dirhem:
eski okkanın dört yüzde
biri.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri, İslâm dinini kabul edenler.
elem:
acı, ağrı, maddî-manevî ıztı-
rap.
elîm:
şiddetli.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
fikir:
akıl, hafıza.
galebe:
galip gelme, yenme, üs-
tünlük.
hakaik-ı şeriat:
şeriata ait olan
gerçekler.
hakikî:
gerçek, sahici.
haram:
İslâmiyetçe yasaklanan iş-
ler.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
haslet:
güzel huy, iyi özellik.
hikmet:
gaye, amaç.
his:
duygu.
iman:
inanma, inanç, itikat, tasdik.
inat:
bir konuda, bir hususta ısrarlı
olma, sözünde ayak direme, diki-
ne gitme, vaz geçmeme.
intişar:
yayılma, dağılma, neş-
rolunma.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma, doğ-
ruyu delillerle gösterme.
kemal-i iştiyak:
istek ve arzu-
nun son derecesi, tam bir istek
ve arzu.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
küfr-i mutlak:
kayıtsız şartsız
küfür, mutlak küfür, hiç bir
imanî hükmü, delili, hakikati
kabul etmeme, kesin ve tam
bir inkâr.
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
mağlûp:
yenilmiş, kendisine
galip gelinmiş, yenilen kimse.
meal:
öz, özet.
meslek:
gidiş, usül, tarz.
sefahat:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
sual:
soru.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden, itaatte bulunan, bağla-
nan.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, Kur’ân’ın şerhi.
tercih:
bir şeyi diğerlerinden
üstün tutma, öne alma, seç-
me, daha çok beğenme.
tiryaki:
bir şeye vazgeçeme-
yecek derecede alışmış olan.
yegâne:
biricik, tek, yalnız.
1.
Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler… (İbrahim Suresi: 3.)
m
ühim
B
ir
S
uale
C
evap
| 14 |
iMan ve küfür Muvazeneleri