masnuat-ı sağirenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri ar-
kasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı
ve melâikeleri ve sekene-i semavatı seyre celp edecek bir
cazibedarlık görünüyor; ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir
mütalâagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir. Fakat, bu
ziyafet-i İlâhiye ve bayram-ı rabbaniyedeki ism-i
Rahman
ve
Muhyî’
nin tecellilerine mukabil ism-i
Kahhar
ve
Mümît
,
firak ve mevt ile karşılarına çıkıyorlar. Şu ise,
(1)
m
Ar
?n
T s
? o
c r
ân
©p
°Sn
h »/
àn
ªr
Mn
Q
rahmetinin vüs’at-i şümulüne za-
hiren muvafık düşmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i
muvafakati vardır. Bir ciheti şudur ki:
sâni-i kerîm, Fâtır-ı rahîm, her bir taifenin resmigeçit
nöbeti bittikten ve o resmigeçitten maksut olan neticeler
alındıktan sonra, ekseriyet itibarıyla dünyadan, merha-
metkârâne bir tarz ile tenfir edip usandırıyor, istirahate
bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan edi-
yor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı
aslîlerine bir meyelân-ı şevkengiz, ruhlarında uyandırıyor.
Hem o rahman’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil
ki, nasıl vazife uğrunda mücahede işinde telef olan bir ne-
fere şehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir
koyuna, ahirette cismanî bir vücud-i bâkî vererek sırat üs-
tünde sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini
vermekle mükâfatlandırıyor;
(2)
öyle de, sair zîruh ve
hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i rab-
baniyelerinde ve evamir-i sübhaniyenin itaatlerinde telef
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 91 |
o
n
Y
edinCi
S
öz
meye gücü yeten ve ölümü veren
Allah’ın Kahhar ve Mümît ismi.
ism-i rahman ve Muhyî:
çok
merhamet sahibi ve şefkatle bü-
tün yaratıkların uygun rızkını ve-
ren ve hayat verip dirilten Allah’ın
Rahman ve Muhyî isimleri.
istirahat:
dinlenme.
kendilerine mahsus:
kendilerine
has, kendilerine özel.
maksut:
istenen.
masnuat-ı sağire:
sanatla yapıl-
mış küçük yaratıklar.
melâike:
melekler.
merhametkârâne:
merhamet
ederek, acıyarak.
mertebe:
derece.
mevt:
ölüm.
meyelân-ı şevkengiz:
coşku ve
arzu veren eğilimler, duygular.
meyil:
eğilim, arzu, istek.
mukabil:
karşılık.
muvafık:
uygun.
mücahede:
cihad etme, savaşma.
mükâfat:
ödül.
mütalâagâh:
okuma yeri.
nefer:
rütbesiz asker.
nihayetsiz:
sonsuz.
rahman:
çok merhamet sahibi ve
şefkatle bütün yaratıkların müna-
sip rızkını veren.
rahmet:
şefkat etme, acıma, ihsan
ve ikram etme.
resmigeçit:
geçit töreni.
ruhaniyat:
maddî cismi olmayan
sadece ruhtan yaratılmış varlıklar;
melekler .
sâni-i kerîm:
ikramı çok, her şeyi
sanatla yapan Zat, Allah.
sekene-i semavat:
gökyüzünün
sakinleri.
sırat:
cehennem üzerine çekilmiş
olduğuna inanılan mahiyetini tam
olarak kavrayamadığımız köprü.
şaşaalı:
gösterişli, görkemli.
şehadet:
şehitlik, Allah yolunda
savaşırken canını verme.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek.
tabakat-ı âliye:
yüksek ve yüce
tabakalar.
taife:
takım, bölük.
tarz:
davranış şekli.
tecelli:
görünme, belirme.
telef olmak:
öldürülmek.
tenfir:
nefret ettirme.
terhis:
serbest bırakma.
usanmak:
bıkmak, yorulmak.
vatan-ı aslî:
asıl vatan, cennet.
vazife-i fıtriye-i rabbaniye:
yara-
tılışına ve yapısına göre Allah’ın
canlılara yüklediği görev.
vazife-i hayat:
hayat görevi.
vücud-i bâkî:
ölümsüz vücut.
vüs’at-i şümul:
rahmetin kuşatıcı-
lığı, genişliği.
zahiren:
görünüşte.
zîruh:
ruh sahibi.
ziyafet-i ilâhiye:
Allah’ın ziyafeti.
âciz:
yetersiz.
bayram-ı rabbaniye:
Allah’ın
bayramı.
burak:
binek, cennete ait bir
binek vasıtası.
cazibedar:
çekici.
celp etmek:
çekmek.
cihet-i muvafakat:
uygunluk
yönü.
ehl-i tefekkür:
düşünen, akıllı
ve şuurlu varlıklar.
ekseriyet itibarıyla:
çoğun-
lukla.
evamir-i sübhaniye:
bütün
kusur ve noksanlardan uzak
ve bütün mükemmel sıfatlara
sahip olan Allah’ın emirleri.
fâtır-ı rahîm:
sonsuz şefkat
ve merhametiyle her şeyi yerli
yerine en faydalı şekilde yer-
leştiren, Allah.
firak:
ayrılık.
hakikat:
gerçek
hayvanat:
hayvanlar.
ihsan etmek:
vermek.
ismi kahhar ve Mümît:
kayıt-
sız şartsız galip, her an kahret-
1.
Rahmetim her şeyi kaplamıştır. (A’raf Suresi 156.)
2.
Bkz. Deylemî, Müsned, 1:85; Gazalî, Vasît, 7:31; Kurtubî, CamiliAhkâmi'l-Kur'ân, 15:111; Se-
rahsî, Mebsut, 12:10.