Lem'alar - page 921

DörDüNCü remİZ
Hayatın yirmi sekizinci hassasında beyan edilmiştir ki:
Hayat, imanın altı erkânına bakıp ispat ediyor, onların
tahakkukuna işaretler ediyor.
evet, madem bu kâinatın en mühim neticesi ve mey-
vesi ve hikmet-i hilkati hayattır; elbette o hakikat-i âliye,
bu fânî, kısacık, noksan, elemli hayat-ı dünyeviyeye mün-
hasır değildir. Belki, hayatın yirmi dokuz hassasıyla ma-
hiyetinin azameti anlaşılan şecere-i hayatın gayesi, neti-
cesi ve o şecerenin azametine lâyık meyvesi, hayat-ı ebe-
diyedir ve hayat-ı uhreviyedir, taşıyla ve ağacıyla, topra-
ğıyla hayattar olan dâr-ı saadetteki hayattır. Yoksa, bu
hadsiz cihazat-ı mühimme ile teçhiz edilen hayat şecere-
si, zîşuur hakkında, hususan insan hakkında meyvesiz,
faydasız, hikmetsiz, hakikatsiz olmak lâzım gelecek. Ve
sermayece ve cihazatça serçe kuşundan meselâ yirmi de-
rece ziyade ve bu kâinatın ve zîhayatın en mühim, yüksek
ve ehemmiyetli mahlûku olan insan, serçe kuşundan, sa-
adet-i hayat cihetinde yirmi derece aşağı düşüp en bed-
baht, en zelil bir bîçare olacak. Hem en kıymettar bir ni-
met olan akıl dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve gele-
cek zamanın korkularını düşünmekle kalb-i insanı müte-
madiyen incitip bir lezzete dokuz elemleri karıştırdığın-
dan, en musibetli bir belâ olur. Bu ise yüz derece batıldır.
demek bu hayat-ı dünyeviye, ahirete iman rüknünü kat’î
ispat ediyor ve her baharda haşrin üç yüz binden ziyade
numunelerini gözümüze gösteriyor.
Lem’aLar | 921 |
o
Tuzuncu
l
em
a
hüzün:
keder, tasa.
iman:
inanma, itikat.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kalb-i insan:
insan kalbi.
kat’î:
kesin.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
lâyık:
yakışır, uygun.
mahiyet:
bir şeyin hakikati, iç
yüzü, nitelik.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış, yaratık.
meselâ:
örneğin.
musibet:
felâket, belâ.
mühim:
önemli.
münhasır:
hasredilmiş, sınırlı.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
netice:
sonuç.
nimet:
lütuf, ihsan.
noksan:
eksik, kusurlu.
numune:
örnek.
remiz:
işaret.
rükün:
esas.
saadet-i hayat:
hayatın mutlu-
luğu.
sermaye:
ana para.
şecere:
ağaç.
şecere-i hayat:
hayat ağacı.
tahakkuk:
gerçekleşme, olma.
teçhiz:
donatma, cihazlandırma.
zelil:
hakir, adî, bayağı.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîşuur:
şuur sahibi.
ziyade:
fazla.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
azamet:
büyüklük, yücelik.
batıl:
boş ve manasız olan.
bedbaht:
tâli’siz, zavallı.
belâ:
musibet, gam, acı, sıkıntı.
beyan:
anlatma, izah, açık-
lama.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihazat:
cihazlar, kendilerine
ihtiyaç duyulan maddî manevî
aletler.
cihazat-ı mühimme:
mühim,
önemli cihazlar.
cihet:
yön.
dâr-ı saadet:
mutluluk yeri,
cennet.
ehemmiyetli:
önemli.
elem:
üzüntü, kaygı, maddî
manevî ıztırap.
erkân:
rükünler, esaslar.
fânî:
ölümlü, geçici.
gaye:
maksat, hedef.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
esas.
hakikat-i âliye:
yüce, ulvî ha-
kikat, gerçek.
hassa:
özellik, nitelik.
haşir:
Allah’ın, ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hayat-ı ebedîye:
ebedî ve
sonsuz hayat.
hayat-ı uhreviye:
ahirete ait
olan hayat.
hayattar:
hayatlı.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin
belirli gayelere yönelik olarak,
manalı, faydalı ve tam yerli
yerinde yaratılması.
hikmet-i hilkat:
yaratılış hik-
meti.
hususan:
özellikle.
1...,911,912,913,914,915,916,917,918,919,920 922,923,924,925,926,927,928,929,930,931,...1406
Powered by FlippingBook