Mektubat - page 47

YedinciMektup
(2)
/
? p
ór
ª n
ë
p
H
o
í p
q
Ñ° n
ù o
j s
’p
G m
Ar
?n
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
|}
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ°o
S /
¬p
ª°r
SÉp
H
(3)
Ék
ªp
FGn
O Gk
ón
Hn
G o
¬ o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
º o
µ r
«n
?n
Y o
? n
Ó°s
ùdn
G
A
ZİZ
Kardeşlerim,
Bana söylemek üzere Şamlı Hafıza iki şey demişsiniz:
Bi r inc i s i
: “Hazret-i peygamber Aleyhissalâtü Vesse-
lâmın zeyneb’i tezevvücünü, eski zaman münafıkları gi-
bi yeni zamanın ehl-i dalâleti dahi medar-ı tenkit bulu-
yorlar; nefsanî, şehevanî telâkki ediyorlar” diyorsunuz.
El cevap
: Yüz bin defa hâşâ ve kellâ! o dâmen-i mu-
allâya şöyle pest şübehatın eli yetişmez. evet, on beş ya-
şından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı
hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı zamanın-
da, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı
ismet ile Haticetü’l-kübra (
rA
) gibi ihtiyarca bir tek ka-
dınla iktifa ve kanaat eden bir zatın, kırktan sonra, yani
hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesat-ı
nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve te-
zevvücatı, bizzarure ve bilbedahe, nefsanî olmadığını ve
başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu, zerre
kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir. o hikmetler-
den birisi şudur ki:
Mektubat | 47 |
Y
edinci
m
ekTup
hüccet:
delil, kanıt.
iktifa:
kanaat, yeterli bulma.
iltihap:
alevlenme, tutuşma.
insaf:
hakkı ve adaleti düşünerek
davranma
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
ittifak:
fikir birliği etme.
kanaat etmek:
kısmete razı ol-
mak, yetinmek.
kellâ:
asla, hayır, kesinlikle.
kemal-i iffet:
mükemmel ve ku-
sursuz iffet, namusluluk.
kesret-i izdivaç:
çok evlilik.
kusur:
noksan, özür.
medar-ı tenkit:
tenkit, eleştiri se-
bebi.
münafık:
kâfirliğini gizleyerek
Müslüman gibi davranan, iki yüz-
lü.
müstenit:
dayanan.
nefsanî:
nefisle ilgili, nefsin hoşu-
na gidecek şekilde.
noksan:
eksiklik.
pest:
alçak, aşağı.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
şefkat gösterme, koruma.
sükûnet:
durgunluk, hareketsiz-
lik.
şehevanî:
şehvetle ilgili.
şübehat:
şüpheler.
tamam-ı ismet:
hiçbir günah işle-
meme, hatadan uzak.
telâkki etmek:
anlamak, kabul
etmek.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık olma-
yan şeylerden uzak ve yüce tut-
ma, şanına lâyık ifadelerle anma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma.
tevakkuf:
duraklama, durma.
tezevvücat:
evlilikler.
tezevvüç:
izdivaç etme, evlen-
me.
zat:
şahıs, fert; Hz Muhammed.
zerre:
en küçük parça.
aziz:
muhterem, değerli.
bereket:
mutluluklar, hayır-
lar.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr
olarak.
bizzarure:
zorunlu olarak.
daima:
her zaman.
dâmen-i muallâ:
yüce ve
yüksek etek, namuslu ve şe-
refli kişinin özelliği anlamında
kullanılır.
ebeden:
daima, sürekli.
ehemmiyet:
önemli, değerli.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
galeyan:
coşma, kaynama.
hararet-i gariziye:
duygula-
rın kuvvetli olması hâli, vücut
sıcaklığı.
hâşâ:
asla, kat’iyen.
hengâm:
zaman, an.
hengâmında:
sırasında, za-
manında.
hevesat-ı nefsaniye:
nefse
ait istekler.
hikmet:
gaye, fayda.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebeden ve daima üzerinize olsun.
1...,37,38,39,40,41,42,43,44,45,46 48,49,50,51,52,53,54,55,56,57,...1086
Powered by FlippingBook