Muhakemat - page 156

Meselâ, “Eğer bu kanunlar iyi olsaydılar, onları vazede-
ne iyi bir ders-i belâgati vereceklerdi. Hem de güzel bir üs-
lûbu giyeceklerdi. Hâlbuki onları vazeden ise ümmîdir,
üslûpları dahi perişandır.” gibi bir vehme zâhib olma. Yâ-
hu, bu vehme ehemmiyet verme. Zira bir fende her bir ilim
sahibi onda sanatkâr olmak lâzım gelmez. Hem de ile’l-
merkeziye olan kuvve-i cazibe, ani’l-merkeziye olan kuv-
ve-i dafiaya galiptir. Çünkü kulağın dimağa karabeti ve
akıl ile sıla-i rahmi vardır. Hâlbuki maden-i kelâm olan
kalb ise, lisandan uzak ve ecnebidir. Ve hem de çok defa
lisan kalbin dilini tamamen anlamıyor. Lâsiyyema, kalb
bazen meselenin derin yerlerinden –kuyu dibinde gibi–
bir tın tın ederse, lisan işitemez; nasıl tercümanlık edecek-
tir?
Elhasıl, fehim ifhâmdan daha esheldir, vesselâm!
* * *
İtizar
ey şu dar ve ince ve karanlık olan yolda benimle arka-
daşlık eden sabırlı ve metanetli zat! zannediyorum, bu
İkinci Makalede yalnız hayretle seyirci oldun, müstemi
olmadın. Çünkü anlamadın. Hakkınız var. zira, mesail
gayet derin ve arkları uzun ve ibare ise gayet muhtasar
ve muğlâk. Ve türkçem de epeyce noksan ve müşevveş.
Ve vaktim dahi dar, ben de acele. sıhhatim muhtel, ba-
şım nezlelidir. Şu karışık zeminde ancak şöyle bir varak-
pare çıkabilir.
(1)
l
?ƒo
Ñr
?n
e p
¢SÉs
ædG p
?Gn
ôp
c n
ór
æp
Y o
Qr
òo
©r
dGn
h
ani’l-merkeziye:
merkezden.
ark:
takip edilen yol.
ders-i belagat:
belagat dersi.
dima€:
akıl, şuur.
ecnebi:
yabancı.
ehemmiyet:
önem.
elhasıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
eshel:
daha kolay, en kolay, pek
kolay.
fehm:
anlama, anlayış, kavrayış.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
gayet:
son derece.
ibare:
metin, cümle veya bir kaç
cümleden oluşan söz grubu.
ifhâm:
anlatma, bildirme.
ile’l-merkeziye:
merkezin sebe-
biyet verdi€i, merkeze do€ru.
itizar:
özür dileme, bir sebep gös-
tererek affını dileme.
karabet:
yakınlık.
kuvve-i cazibe:
çekme kuvveti,
cezp etme kuvveti, çekicilik.
kuvve-i dafia:
defetme kuvveti,
savma kuvveti, iticilik, itici güç.
lâsiyyema:
hususan, özellik-
le.
lisan:
dil.
maden-i kelâm:
sözün kay-
na€ı.
mesail:
meseleler.
mesele:
önemli konu.
metanet:
metîn olma, daya-
nıklılık; gayret.
mu€lâk:
karışık.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
muhtel:
bozuk, bozulmuş.
müstemi:
dinleyen, dinleyici,
işiten.
müşevveş:
teşevvüşe u€ra-
mış, düzensiz, karmakarışık.
sanatkâr:
sanatçı, usta.
sıhhat:
sa€lık, esenlik.
sıla-i rahîm:
akrabalık.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
üslûp:
sanatkârın görüş, du-
yuş, anlayış ve anlatıştaki
özelli€i.
varakpare:
yaprak parçası,
kâ€ıt parçası.
vazetme:
koyma, konulma.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
vesselâm:
işte o kadar, son
söz budur, artık bitti.
zâhib:
bir zanna kapılan, bir
fikre uyan.
zat:
kişi, şahıs.
zemin:
yer .
1.
Özrü kabul etmek, büyüklüğün şânındandır.
u
nsuru
l
-B
elâgaT
| 156 | MuhakeMat
1...,146,147,148,149,150,151,152,153,154,155 157,158,159,160,161,162,163,164,165,166,...332
Powered by FlippingBook